11 Şubat 2017 Cumartesi

GÜNEY KORE İKTİSADİ KALKINMASI VE TÜRKİYE İLE KARŞILAŞTIRILMASI


ÖZET

    Güney Kore 51 milyonluk nüfusu, 1,4 trilyon dolarlık GSYH ile Çin ve Japonya’dan sonra uzak doğunun en büyük ekonomisine sahip ülkedir. Uzun ve sağlıklı yaşam, eğitim ve satın alma gücü gibi ölçütler değerlendirilerek oluşturulan insani gelişmişlik indeksinde dünyada 15. Sırada yer alarak, ekonomik gelişimine paralel olarak kalkınma noktasında da başarılı bir görüntü sergilemiştir. 1970’lerde Türkiye’nin yarısı, 1980’de ise Türkiye kadar bir ekonomik büyüklüğe sahip olan ülke, özellikle 1980li yıllardan sonra ciddi bir ekonomik büyüme başarısı göstermiştir. Geçmişte demografik yapı ve iktisadi koşulları bakımından benzerliklerinden dolayı ülkemiz ile kıyaslanan Güney Kore, son yirmi beş yılda göstermiş olduğu büyük atılım ile gelişmekte olan ülke sınıfından gelişmiş ülke sınıfına yükselmiştir. Doğal kaynak bakımından avantajlı bir coğrafyada bulunmamasına rağmen Güney Kore’nin bu ekonomik başarısının sırrı üzerine çalışacağız bu çalışmada.











GÜNEY KORE YAKIN TARİHİ

     Güney Kore’nin ekonomik yapısını anlamaya çalışırken tarihine göz atmakta fayda görüyorum. Hem konumuz açısından dallanmaması için hem de uzamaması için  20. yy.’a odaklanacağız. Kore Yarımadasının, Japonya'nın kolonisi olduğu 1910-1945 dönemi boyunca, ekonomik gelişmesinden en çok yaralanan kesim, Japonya ve Kore'deki Japon göçmenler olmuştur. Koloni dönemi boyunca Kore'nin ortalama yıllık büyüme oranı %4 olarak gerçekleşmiş olmasına rağmen, Kore’lilerin ekonomik refahı kötüye gitmiştir. Yine bu dönemde, Kore'nin kişi başına düşen GSYİH'sı artış göstermişken, kişi başına düşen GSMH'sı düşmüştür. Japon koloni döneminin bütün bu olumsuz yanlarına rağmen, eğitim, altyapı (finans, ulaşım ve ticaret) ve yönetim deneyimi gibi konularda olumlu etkileri de olmuştur.
     1943'de Kahire Deklarasyonu esnasında yapılan ilk plana göre birleşik bir Kore planı kararlaştırılmıştı, Sovyetler Birliği ve ABD arasında tırmanan Soğuk Savaş husumeti yüzünden Kore yarımadasında iki ayrı hükümetin kurulmasına neden oldu. Her biri kendi ideolojileri ile Kore'nin bölünmesine yol açtı. Böylece Kore, 1948 tarihinde bölündü ve iki devlet kendi siyasi idareleri ile oluştu. Kuzey Kore'de eski Japon karşıtı gerilla ve komünist eylemci Kim Il-sung Sovyetlerin desteği ile güç kazandı ve Güney Kore'de sürgünde olan ve sağcı Koreli siyasi lider Syngman Rhee Güney Kore'nin cumhurbaşkanı olarak göreve geçti
     25 Haziran 1950'de Kuzey Kore, Güney Kore'yi işgal etmeye kalktı ve bu da Kore Savaşını kıvılcımladı. Bu savaş Soğuk Savaş döneminin ilk en büyük çatışmasıydı. Aynı zamanda Sovyetler Birliği Birleşmiş Milletler'i boykot etti ve bu da veto haklarının yitirmelerine yol açtı. Üstün Kuzey Kore kuvvetlerinin bütün ülkeyi birleştireceği belli olunca Sovyetler Birliği'nin veto hakkını kaybetmesi ile Birleşmiş Milletler böylece iç savaşa müdahale etme imkânı buldu. Sovyetler Birliği ve Çin, Kuzey Kore'yi her anlamda destekledi. Daha sonraki seneler Çin ordusundan milyonlarca asker Kuzey Kore'ye askeri anlamda destek olmak için savaşa katıldı. İki tarafta oluşan bu büyük gelişmelerden sonra ve sivil Kore halkının hem güneyde hem kuzeyde gördüğü büyük kayıplardan sonra savaş sonunda bir çıkmaza ulaştı. 1953 senesinde ateşkes sağlandı; ama bu ateşkes hiçbir zaman Güney Kore ve Kuzey Kore tarafından imzalanmadı. Böylece yarımada iki ülke arasındaki orijinal sınır yakınlarında askerden arındırılmış bölge adında ikiye bölündü. Barış antlaşması iki devlet arasında imzalanmadı. Bu teknik olarak iki ülkenin bugünde hâlâ savaş halinde bulunduklarını gösteriyor. Kore savaşı neticesinde en az 2,5 milyon insan hayatını kaybetti.
     1960'da bir öğrenci ayaklanması sonucu otokratik cumhurbaşkanı Syngman Rhee istifa etmek zorunda kaldı. Bu istifadan sonra Güney Kore siyasi istikrarsızlık bir döneme girdi, zayıf ve etkisiz hükümete karşı general Park Chung-hee Syngman Rhee'nin istifasından bir sene sonraaskeri bir darbe yaptı. Park cumhurbaşkanlığı görevine geçti ve bu görevi 1979'a kadar devam etti bir suikastte uğrayana kadar. Park Chung-hee döneminde Kore'de hızlı ihracata dayalı ekonomik bir büyüme sağladı ama ayrıca Güney Kore'ye siyasi ağır baskılarda bu dönemde yoğundu. Park ağır bir şekilde acımasız askeri diktatör olarak eleştiriliyordu, Kore ekonomisinin onun görevi süresince önemli ölçüde gelişmiş olmasına rağmen.
     Park'a düzenlenen suikastten sonraki seneler ülkede önemli siyasi telaşlar olmasına neden oldu, eski bastırılmış muhalefet liderleri birden oluşan siyasi boşlukta cumhurbaşkanı olmak için kampanyalar başlattı. 1979'da 12 Aralık darbesi Chun Doo-hwan tarafından Choi Kyu Hah'nın geçici hükümetine yapıldı. Choi Kyu Hah o sıralar geçici cumhurbaşkanıydı ve Park hükümeti sırasında başbakanlık görevini yürütüyordu, Chun darbeden sonra çeşitli önlemler alarak iktidara yükseldi, ayrıca Chun geniş bir sıkıyönetim alarak üniversiteleri kapattı, siyasi faaliyetleri yasakladı ve basını kısıtladı. 17 Mayıs tarihinde cumhurbaşkanı görevine geçtikten sonra Güney Kore'nin genelinde protestolar başladı, çünkü halk demokrasi talep ediyordu, özellikle Gvangju şehrinde protestoların yoğun olmasıyla, Chun bu şehre özel kuvvetler gönderdi, Gvangju Demokratikleşme Hareketi'ni şiddetle bastırmak için.
     Chun ve hükümeti Kore'yi 1987'ye kadar despot bir idare altına aldı, ta ki Seul Ulusal Üniversitesine giden bir üniversitelinin işkenceyle öldürülene kadar. 10 Haziran'da Katolik Rahipler Adalet Derneği bu olayı halka taşadı, bu da ülke çapında büyük gösterilere neden oldu. Sonunda, Chun'un partisi Demokratik Adalet Partisi ve parti lideri Roh Tae-woo 29 Haziran Bildirgesini ilan etti, bu bildirgede cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilmesi ön görülüyordu. Roh seçimi az bir farkla muhalefet liderleri Kim Dae-Jung ve Kim Young-Sam karşı kazandı.
     1988'de Seul'da 1988 Yaz Olimpiyatları düzenlendi. Güney Kore 1996'da da Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü'ne üye oldu. Devlet 1997 Doğu Asya Mali Krizinde olumsuz etkilendi, ama yine de ülke bu krizden çabuk kurtulabildi ve ekonomisini büyütmeye devam etti, yavaş da olsa.
     Haziran 2000'de cumhurbaşkanı Kim Dae-Jung'un Güneş Politikası angajmanı, Kuzey Kore'nin başkenti Pyongyang'da Inter-Kore Zirvesi'nin düzenlenmesine neden oldu. Bir sene sonra Kim Güney Kore ve Doğu Asya'da demokrasi ve insan hakları için yaptığı çalışmalar ve özellikle Kuzey Kore'yle barış ve uzlaşma çabaları için Nobel Barış Ödülü'ne laik görüldü. 2002 senesinde, Güney Kore ve Japonya ortaklaşa işbirliği içerisinde 2002 FIFA Dünya Kupası'na ev sahipliği yaptı, ancak sonrasında Liancourt Kayalıklarıüzerindeki egemenlik iddiaları yüzünden (Kore'de Dokdo olarak anılıyor ve Japonya'da Takeshima olarak) Japonya ve Güney Kore'nin ilişkileri kötüleşti. Bu olay medyada Liancourt Kayalıkları Krizi olarak anıldı.

SİYASİ YAPI

     Birçok demokratik devlet gibi, Güney Kore'nin yönetme şekli üç ayağa bölünüyor: Yürütme erki, Yargı ve Yasama organları.Güney Kore'nin yürütme ve yasama organları ulusal düzeyde başlıca görev yürütüyor, gerçi yasama organındaki çeşitli bakanlıklarda yerel seviyedede görevlerini gerçekleştirebilliyor. Yerel hükümetler yarı-özerktir ve kendilerine ait yasama ve yürütme organları vardır.
     Yargı organı görevini hem ulusal hem yerel düzeyde yürütüyor. Güney Kore anayasal bir demokrasiye sahiptir. Güney Kore'nin hükümet yapısı Kore Cumhuriyeti Anayasası tarafından belirlenir. Bu belge cumhuriyetin 1948 yıllında ilan edildikten sonra birkaç kez revize edildi. Bu revizelere rağmen anayasa birçok özelliklerini koruyabildi, sadece kısa süreli İkinci Güney Kore Cumhuriyeti döneminde hariç, ülke her zaman başkanlık sistemine dayalı bir şekilde bağımsız bir icra kurulu başkanı ile yönetildi. Güney Kore'de seçimler ilk defa doğrudan 1948'de gerçekleştirildi.
     Güney Kore tarihinde birçok kez 1960'lardan başlayan ve 1980'lere kadar uzanan askeri diktatörlükler ve darbeler yaşamış olsa da, o günden bu güne ülke başarılı liberal bir demokrasiye sahip. The World Factbook bugünlerde Güney Kore demokrasisini "tamamen işleyen modern bir demokrasi" olarak tanımlıyor.
     Yasama görevini üzerine alan Güney Kore Parlamentosu'nun 299 üyesi vardır. Meclis üyeleri 4 yıl için halk tarafından seçilirler. Cumhurbaşkanının meclisi feshetmek yetkisi vardır.
     Güney Kore'de başkanlık sistemi hakimdir. 1972 Anayasasıyla yürütme görevi, Ulusal Konferans tarafından beş yıl için seçilen Cumhurbaşkanına verilmiştir. Ülkede Cumhurbaşkanı yürütmenin başıdır ve beş yıl için halk tarafından seçilir. Yürütmeyle ilgili kararların tamamı Cumhurbaşkanının kontrolündedir. Cumhurbaşkanlığına aday olacak kişi eğer herhangi bir siyasi kimliğe sahipse (parti üyeliği veya milletvekilliği gibi) seçimlerden en az bir yıl önce bu görevinden istifa etmek zorundadır.
     Güney Kore’de meclis tarafından, meclis içinden veya dışından bir kişi Başbakan adayı olarak gösterilmekte ve bu kişinin adaylığının açıklanmasından sonra en fazla 20 gün içinde parlamentoda bir oturum yapılarak Başbakan adayının oylanması gerekmektedir. Bu oylamada parlamento üyelerinin en az yarısının hazır bulunması ve adayın Başbakan olabilmesi için geçerli oyların salt çoğunluğunu alması gerekmektedir.
     Güney Kore’de Başkanlık sistemi olduğundan yani yürütmenin Cumhurbaşkanında olması nedeniyle Başbakanın yönetimdeki rolü zayıf kalmaktadır. Başbakan, daha çok Meclis ve Cumhurbaşkanı arasında bir köprü görevi görmektedir.
     Son Cumhurbaşkanlığı seçimleri 19 Aralık 2012 tarihinde gerçekleştirilmiştir. Seçimleri % 51.6 oy oranıyla iktidardaki Saenuri Partisi’nin adayı Bayan Park Geun-hye kazanmıştır. Güney Kore’nin ilk kadın Cumhurbaşkanı olan Park, 25 Şubat 2013 tarihinde göreve başlamıştır.

EKONOMİK YAPI

     Son otuz yılda dünyanın en hızlı büyüyen ve gelişen ekonomileri arasında yer alan G. Kore, Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) desteği ve ekonomik alanda gerçekleştirilen reformlar sayesinde 1997-1998 Asya Krizi’ni kısa sürede atlatarak 2000’li yılların başında yeniden istikrara kavuşmuştur. Söz konusu kriz nedeniyle 1998 yılında 7,607 Dolar’a gerileyen kişi başına düşen milli gelir 2010 yılında 20,500 Dolar’a yükselmiştir.
     2000 yılından itibaren her yıl ortalama % 4, 7 büyüyen Kore ekonomisi, 2008 yılında ABD’de başlayan ve etkileri yılsonunda tüm dünyada hissedilmeye başlanan finansal krizin etkilerinden kurtulamamıştır. Ekonomisinin %55’i ihracata dayalı G. Kore küresel ekonomik krizin yaralarını 2009 yılının ortalarından itibaren sarmaya başlamıştır.
     G. Kore, 2010 yılında güçlü bir ekonomik performans göstermiştir. Küresel ekonomik kriz nedeniyle 2008 ve 2009'da sırasıyla 928 ve 833 milyar Dolar olarak gerçekleşen G. Kore GSYİH'si 2010 yılında 1 trilyon Dolar'a, 2011 yılında 1,1 milyar Dolar’a ulaşmıştır. 2008 yılında %2,3; 2009 yılında ise ancak %0,2 büyüyen ekonomi, 2010 yılında sıçrama yaparak %6,1 oranında büyüme gerçekleştirmiştir. 2011 yılı büyümesi % 3, 6 iken 2012 yılı büyümesi %2 oranında kalmıştır. Dünya Bankası’nın sıralamasına göre reel rakamlarla dünyanın 15. büyük ekonomisi olan Güney Kore, iş yapma kolaylığı bakımından da 8. sırada bulunmaktadır.

Ücretler
     G.Kore’de işgücü maliyetleri 1987’den itibaren artış göstermiştir. Bugün Malezya, Endonezya Filipinler ve Tayland’ın yanı sıra Vietnam ve Çin gibi ülkeler G.Kore’den daha ucuz işgücüne sahiptirler. Hatta bir Avrupa ülkesi olarak Polonya dahi işgücü maliyetinde G.Kore’den daha ucuzdur. Birçok ayakkabı üreticisi fabrikalarını G. Kore’den başka ülkelere taşımış durumdadırlar. Tekstil sektörü ise üst tüketim grubunun moda ve marka gibi oluşumlarına bağlı olarak gelecekte ne şekil alacağı belli olacaktır. Artık G.Kore’de sadece ucuz iş gücüne dayalı montaj yeterli üretim koşullarını bulamamaktadır. Yüksek katma değerli ürünlerden elektronik, taşıma ekipmanları ve yüksek üretkenliği olan ürünler ancak yaşama şansı bulabilmektedirler.

TÜRKİYE ve GÜNEY KORE KARŞILAŞTIRMASI
     Aşağıda ki tabloda da gördüğümüz gibi Türkiye 1980 kadar Güney Kore’den daha üst bir milli gelire sahip. 1980 sonrası dönemde sürekli olarak Güney Kore milli geliri, Türkiye milli geliri ile arasındaki farkı artırmıştır.
     Peki askeri darbeler, dış yardımlar, yer altı doğal kaynakları bakımında fakir coğrafyalarda bulunmamız, iki blok arasında kalıp batı blokunu seçmemiz vs. gibi benzer yönlerimiz varken neden biz yavaş bir gelişim dönemi geçirirken Güney Kore son 25-30 yıl içerisinde yüksek bir gelişme ve kalkınma ivmesi kazandı. Bu farkın oluşum sürecini Güney Kore’nin gelişme ve kalkınma süreci üzerinden kısaca anlatmaya çalışacağız.  


Yıllara Göre Türkiye ile G. Kore'nin kişi başına milli geliri (GSMH, GNP olarak)
Yıllar 
Türkiye  
G. Kore
Fark
1923
45.3
-
-
1930
55.2


1940
103.8


1950
166.4


1954 
244.9
70
(-) 174.9
1960 
358.6
79
(-) 279.6
1970 
538.8
243
(-) 295.8
1977 
1466.8
1011 
(-) 455.8
1978 
1567.3
1400
(-) 167.3
1979 
1876.8
1647
(-) 229.3
1980 
1539.0
1597
58.0
1981 
1570.1
1741
171.1
1982 
1375.3
1838
463.3
1983 
1263.8
2014
751.8
1984 
1204.4
2187
983.4
1985 
1329.7
2242
913.7
1986 
1461.6
2568
1107.6
1987 
1635.8
3218
1583.8
1988 
1684.1
4295
2611.1
1989 
1959.2
5210
3251.2
1990 
2687.4
5883
3196.4
1991 
2619.7
6757
4138.7
1992 
2699.7
7007
4308.7
Kaynaklar: Türkiye için: DİE, İstatistik göstergeler, 1923-1992, s. 426-7, Tablo XIX-4'den. 
Kore için: Jong-Wha Lee, UNDP, Occasional Paper 24. Economic Growth & Human Development in the Republic of Korea, 1945-1992. (Appendix Table)


İhracatı Geliştirmek İçin Uygulanan Politikalar

     1961 yılının Mayıs ayında askeri darbe ile yönetime gelen Park Chung-Hee ile birlikte Güney Kore’nin siyasi ve ekonomik kalkınma programında radikal bir değişiklik gerçekleşmiştir. Park’ın önceliği, ülkenin sanayileşme ile kalkınması olmuştur. Park, 1962 yılından itibaren, ekonomik planlamayla ihracat odaklı bir sanayileşme sürecini hedeflemiştir. Hükümet, özel sektörü plan amaçlarına göre yönlendirebilmek için, seçici ve karşılıklılık esasına dayanan sıkı bir teşvik politikası uygulamıştır .
     Güney Kore ekonomisi planlı kalkınma döneminin hemen başlarında, faiz oranları ve döviz kurunda bir takım değişikliklere giderek, finansal sisteme ilk müdahalesini yapmıştır. 1964 yılında %16 olan ticari bankaların yıllık kredi faiz oranları, 1965 yılında %26'ya yükseltilmiştir. Bu faiz artışı, bir yandan anti-enflasyonist baskı yaratırken, diğer yandan da yurt içi tasarrufların artmasına yol açmıştır. Örneğin yurtiçi tasarrufların GSYİH'ya oranı 1964 yılında %8.7'den, 1968 yılında %15.1'e yükselmiştir. Bunun yanı sıra, Won'un ABD Dolar'ına karşı değeri de, 1964 yılında devalüasyon yapılarak düşürülmüştür (1963 yılı 1$=130 Won'dan, 1964 yılı 1$=256 Won'a). Yapılan devalüasyona ilaveten, ihracatçı sektörlerin kullandığı kredi faiz oranlarında da indirime gidilmiştir: İhracat kredisi faiz oranları %8'den, %6.5'e ve 1967 yılında da %6'ya düşürülmüştür. 1961-1965 döneminde kredilerin yıllık ortalama faiz oranı %18 iken, aynı oran 1966-1972 döneminde %23'e yükselmiştir. Genel kredi faiz oranlarındaki artışa rağmen, ihracat kredileri faiz oranındaki düşüş ve yapılan devalüasyon, Güney Kore hükümetinin ihracatı geliştirme politikalarının birer yansımasıdır. Bunun sonucunda, 1964 yılında 120 milyon Dolar gerçekleşen ihracat, 1970 yılında yaklaşık 7.5 kat artarak 882 milyon Dolar'a yükselmiştir. Ancak ne var ki, uygulanan bu politikaların ihracat üzerine olumlu etkilerine rağmen, yurt içindeki firmalar üzerinde bazı olumsuz etkileri de olmuştur. Artan kredi faiz oranları firmaların borçlanma maliyetini; yapılan devalüasyonlar da ithal edilen ara ve sermaye mallarının fiyatını artırmıştır. Dolayısıyla bazı Güney Kore firmaları, ticari bankalara olan kredi borçlarını ödeyemeyecek ölçüde finansal sıkıntıyla karşı karşıya kalmıştır.
     İhracatı geliştirmek amacıyla uygulanan politikalar, finansal sisteme yapılan müdahalelerle sınırlı değildir: Örneğin, hükümet ile özel sektör arasında, ilgili bakanların, iş dünyasından temsilcilerin ve bankaların katılarak yapıldığı “Aylık İhracatı Geliştirme Toplantıları”nda, bir yandan ihracatın performansı ve ihracatçıların karşılaştığı sorunların çözümüne ilişkin çıkış yolları değerlendirilirken, diğer yandan da en iyi performans gösteren ihracatçı firmalara hükümet tarafından büyük avantajlar sağlanmıştır. İhracatı artırmak için diğer uygulamalar ise özetle şunlardır:

i. İhracat-İthalat Bağlantı Sistemi: Bu sistem, ithal girdi kullanan ihracatçı sektörlere, yüksek kar sağlayacak olan ithal mallarının belirlenmesi amacını güdüyordu.
ii. Döviz kazançları vergiden muaf tutulmuştu.
iii. İhracatçı firmalar, gümrük tarife ve kotalardan muaf tutulmuştu.
iv. Devlet kontrolündeki bankalar, ihracatçı firmalara özel faiz oranları uygulayarak finansal destek sağlıyordu.
v. İhracatçı firmalara, ithal mallar için ellerinde döviz bulundurma serbestîsi getirilmişti.
vi. Farklılaştırılmış Kart Sistemi: Gösterdikleri performansa göre, ihracatçılara, mavi, beyaz ve sarı olmak üzere farklı renklerde kartlar verildi. Bu kartlar, yüksek performans gösteren ihracatçı firmalara önemli bir takım ayrıcalıklar sağlıyordu.
vii. İhracatçı sektörlerin ithal girdi olarak kullandığı hammadde ithalatı, devlet tarafından büyük ölçüde destekleniyordu.
viii. İhracat Sigortası: İhracat sigortaları aynı zamanda devlet tarafından güvence altına alınmıştı.
ix. Kore Won'unun reel değer kazanmaması için, döviz kurunda kayan-parite sistemi uygulanmıştı.
x. 1964 yılında "İhracat Endüstri Komplekslerinin Geliştirilmesi İçin Kanun" yürürlüğe girdi. Bunun sonucunda, Guro ve Seul'de ihracat kompleksleri kuruldu.
xi. Güney Kore hükümeti, ihracatçı endüstrileri desteklemek amacıyla bir dizi yasal düzenlemeler yaptı. Örneğin 1967 yılında, "İhracatı Geliştirme Kanunu", "Geçici Önlemler Kanunu", gibi yasal düzenlemeleri yürürlüğe soktu.
     
     Hükümetin desteği ve liderliğindeki ihracata dayalı büyüme modelinin başarıyla uygulanmış olması, ekonomik gelişmenin en önemli unsuru olmuştur. Özellikle ekonomik gelişmenin başlangıç aşamalarında, gerek beşeri sermaye, gerekse de özel sektörün sermaye yetersizliği nedeniyle gerçekleştiremeyeceği temel endüstrilerde, hükümetin kendi yatırım imkânlarını kullanmış olması, ihracatçı sektörlerin gelişmesinde büyük bir rol oynamıştır. Bunun yanı sıra, ihracat artışının sağlanması için özel sektöre hükümetin uyguladığı baskıcı tavrında5, ihracat artışında payı olduğu söylenebilir.
     Belirtmek gerekir ki, Güney Kore'nin kalkınma sürecinde devletin desteğinin ve etkisinin fazla olması, kamu harcamalarının GSMH içindeki payının artmış olduğunu düşündürebilir. Ancak böyle bir gelişme kısmen gerçekleşmiştir. Kamu harcamalarının GSMH içindeki payı, 1960-1995 dönemi boyunca ortalama %18'ler civarındadır. Benzer bir durum kamu gelirleri için de geçerlidir. Toplam kamu gelirlerinin %95'ini oluşturan vergi gelirlerinin GSMH içindeki payı, yani kısaca vergi yükü, 1960-1995 dönemi boyunca tedrici olarak artmış olsa da, diğer OECD ülkeleri ile kıyaslandığında oldukça düşük düzeylerde kalmıştır. Güney Kore hükümetinin yurtiçindeki endüstrilere, özellikle de ihracatçı firmalara sağladığı yoğun vergi teşvikleri, bir yandan vergi gelirlerinin düşük kalmasına, diğer yandan da kamu harcamalarının düşük vergi gelirleri nedeniyle kısılmasına yol açmıştır.


 Güney Kore Sanayi/Bilim ve Teknoloji Politikaları Özeti
SANAYİLEŞME
 BİLİM VE TEKNOLOJİ GELİŞTİRME
1960'lar
· İthal-İkameci sanayilerin gelişmesi 
· İhracata-yönelik sanayiler yaygınlaştırıldı
· Üretim-malları sanayiine destek verildi 
· BT eğitimine başlandı
· BT altyapısı kuruldu
· Yabancı teknolojilerin ithalatı teşvik edildi.
1970'ler
· Ağır metal ve kimya sanayileri yaygınlaştırıldı. 
· Ağırlık sermaye ithalinden teknoloji ithalatına kaydırıldı  
· İhracata-yönelik sanayilerin rekabetçiliği güçlendirildi 
· Teknik eğitim yaygınlaştırıldı
· İthal edilen teknolojilerin kurumsal olarak adaptasyon mekanizmaları iyileştirildi
· Sanayi ihtiyaçlarına tatbik edilebilecek araştırmalar teşvik edildi.
1980'ler
· Sanayii yapısı daha ileri ve dengeli bir düzeye getirildi 
· Teknoloji-yoğun sanayiler yaygınlaştırıldı 
· İnsan kaynaklarının geliştirilmesi ve prodüktif sanayiler teşvik edildi 
· Üst-düzey mühendisler ve bilimciler yetiştirildi veya getirtildi
· Ulusal Ar-Ge projeleri etkinlikle gerçekleştirildi
· Sanayi teknolojilerinin gelişmesi teşvik edildi.
1990'lar
· Sınai yapının kendini yeni düzene uyarlaması ve teknolojik yenilikler teşvik edildi 
· Beşeri kaynakların ve diğer kaynakların etkin kullanımı teşvik edildi. 
· Enformasyon ağı iyileştirildi 
· Ulusal Ar-Ge projeleri yeniden gözden geçirildi ve düzenlendi.
· Talebe-yönelik teknoloji geliştirme sistemi güçlendirildi.
· Ar-Ge sistemleri ve enformasyon ağı uluslararasılaştırıldı.
· BT altyapısı yeniden kuruldu.
Kaynak: OECD Kore, s31,





ÜRETİM VE RANT EKONOMİLERİNİN OLUŞUMUNU ETKİLEYEN UNSURLAR
     Son otuz yıllık dönemde her iki ülkenin de ortak özeliği devletin yoğun bir şekilde ekonomiye müdahale etmesidir. Her iki ülkede korumacılık, düşük faizli kredi ve vergi teşvikleri yaygın bir şekilde kullanılmıştır. Ancak, bu politikalar her iki ülkede farklı sonuçlar vermiştir. G. Kore'de büyüme ve üretim artışı önem kazanırken, Türkiye'de üretken olmayan kârlar (rant) kazanma öne çıkmıştır. Bu sonuçların ortaya çıkmasında G.Kore'de devletin, ekonomik büyüme hedeflerine ulaşmak için ekonomiyi her kesimi ile disiplin altında tutarak dışa yönelik sanayileşme uygulaması etkili olmuştur. Türkiye'de ise içe yönelik sanayileşme stratejileri çerçevesinde devlet çeşitli kesimleri tatmin etmeye çalışmıştır.
     G.Kore'de uygulanan dışa yönelik sanayileşmenin temelinde ulusal sanayilerin belirli bir süre için desteklenerek dış piyasalarda rekabet etmesi esastır. Bu bağlamda korumacı politikalar zaman içerisinde azalırken, döviz kuru değerlerinin üstünde tutularak rekabet avantajı sağlanmaktadır. Belli bir süre içerisinde rekabet edemeyecek olan firmaların iflas ederek, ortadan kalkmalarına devlet müdahale etmemektedir. Bu durum, firmalara aldıkları mali ve yasal destekleri üretken yatırımlara dönüştürme ve verimliliği sürekli arttırma zorunluluğu getirmektedir. Devletin ihraç hedefleri saptayarak firmaları yakın denetim altında tutması, verilen desteklerin rant şeklinde firmalara aktarılmasını önlemektedir. Firmalar uluslararası düzeyde rekabet etmek için teknolojiye ayak uydurma ve kalite kontrolü sağlamak zorundadırlar. Bu da işgücünün verimliliğinin ve eğitim düzeyinin sürekli artırılmasını gerektirmektedir.
     Türkiye'de uygulanan içe yönelik sanayileşmede ise firmaların koruma duvarları arkasında iç pazarın ihtiyaçlarını sağlamaları esastır. Firmalar dış ticaret ve aşırı değerlenmiş kur politikaları ile sürekli korundukları için verimlilik veya uluslararası düzeyde rekabet etme gibi ölçütler anlamını yitirmektedir. Amaç teşviklerden yararlanma ve koruma duvarları arkasında en çok kârı elde etmektir. Firmaların elde ettikleri teşvik ve kârları üretken yatırımlara dönüştürme baskısı daha fazla teşvik ve daha fazla kârdan öteye geçmemektedir. Bu durumda, teknolojik ilerleme ve kalite kontrolü maliyet arttırıcı unsur olarak algılandığı için firmalar açısından önemsizdir, işgücünün verimliği ve eğitimi rekabet için gerekli bir koşul olmaktan çıkmaktadır.
     Burada irdelenmesi gereken soru devlet müdahalesinin neden farklı hedeflere ve stratejilere dönüştüğüdür. Bunu "gelişme üçgeni" diye adlandıracağımız bir modelin dinamiği çerçevesinde açıklamaya çalışacağız. Önereceğimiz model üç unsurdan oluşmaktadır (Çapaoğlu, G.):

 

     Bu üç unsurun üçgen şeklinde sunulması bu unsurların birbirleri ile oluşturduğu bütünü yansıtmasından dolayıdır. Yani belli hedefler belli kurumsal yapı ve yönelim biçimi ile tutarlı bir şekilde bir bütünlük kazanmakta ve ülke deneyimlerini açıklamakta başarılı olmaktadır.
     Hedefler: Hedefler gelişme stratejisinin görevini (misyonunu) tanımlamakta ve stratejinin başarısı için bir ölçüt oluşturmaktadır. G.Kore 1960 sonrası dönemde ekonomik büyüme, ihracat artışı ve verimlilik artışı gibi ölçülebilir odaklaştınlmış hedeflere yönelmiştir. Buna karşılık Türkiye sanayileşme ve tarımın geliştirilmesi gibi genel düzeyde hedefler belirlemiştir. Genel düzeyde hedefler belirli düzeyde ulaşılacak somut ölçütler sağlamamaktadır. Yani hedefler doğrusunda adımlar atmak başarılı görünmek için yeterlidir.Odaklaştınlmış hedeflerde ise belirlenen düzeye erişememek, örneğin ihracat artışının yüzde beşin altında kalması gibi durumlarda, başarısızlık sayılarak düzeltici önlemler gerektirmektedir.
     Kurumsal Yapı: Belirlenen hedeflere ulaşılmasını sağlayan kurumsal yapı devletin karar almada yetkili birimleri ile finans sistemi gibi kurumları içermektedir. Örneğin G.Kore'deki Ekonomik Planlama Kurulu ekonomik kararların alınmasında ve uygulanmasında oldukça etkindir. Küçük olmasına rağmen, en yetenekli kadroyu bünyesinde toplamaktadır. Türkiye'de ise Devlet Planlama Teşkilatının yetkileri Hazine Müsteşarlığı gibi diğer birimlerle paylaşılmaktadır. Firmalar teşvik sonrasında ve hedefe ulaşma konusunda denetlenmemektedirler. G. Kore'de devlet, bankaları kendi mülkiyetinde bulundurarak kredi dağıtımı
konusunda tam bir denetim sağlamak istemiştir.
     Yönetim Biçimi: G.Kore'de merkeziyetçi yapı askeri diktatörlükle pekiştirilmiştir. Devlet, çalışanların ekonomik yönetimine katılımını kısıtlarken, büyük firmalarla işbirlğine giderek ekonomik büyüme hedeflerine varmaya çalışmıştır. Türkiye'de ise 1980 yılma kadar demokratik yönetim biçimi geçerli olmuştur. Bu da devleti, çalışanların, tarım kesimin ve sermaye kesiminin isteklerini yerine getirme çabasına itmiştir. Tarım kesimi destek alımları ile desteklenirken, sermaye kesimi teşviklerden ve katı bir korumacılık sisteminden yararlandırılmış, işçi haklarının göreli olarak serbest olması gerçek ücretlerin artmasına yardımcı olmuştur.
     Görüldüğü üzere "gelişme üçgeninin" unsurları birbirlerini tamamlar niteliktedir. G. Kore'de odaklaşmış hedefler merkeziyetçi kurumsal yapı tarafından gerçekleştirilmeye çalışılmış ve otoriter yönetim biçimi de bunun hiçbir kesintiye uğramadan sürdürülmesini sağlamıştır. Hedeflere ulaşılması ve aşılması kurumsal yapılara ve otoriter yönetime meşruluk kazandırmıştır. Yani, G.Kore'nin gelişme üçgeninin kendisini sürdürebilmesi üretim ekonomisi yaratması sayesindedir. G. Kore örneğinde rant ekonomisinin oluşması hedeflere ulaşılmasını güçleştirerek, otoriter yönetimin ve merkeziyetçi kurumsal yapılarının başarısızlığına yol açacak yönetimin meşrutiyetini zedeleyecekti. Bunu göz önünde bulunduran askeri yönetim rant ekonomisinin oluşmasına kesinlikle izin vermeyecek şekilde ekonomiyi sıkı bir denetim altında tutmuştur.
     Türkiye'de ise kurumsal yapılar demokratik yönetim altında genel düzeyde hedeflere ulaşmaya çalışmıştır. Devlet, sermaye, tarım ve çalışan kesimlerini tatmin etmeye çalışarak sanayileşme hedefini gerçekleştirmeye çalışmıştır. Bu kesimler tatmin edildiği sürece sanayileşmenin etkin olup olmadığı kimse tarafından sorgulanmamışür. Yani, tarım kesimi destek alımları, sanayiciler teşvik ve korumacılık, ve sendikalı işçiler diğer çalışanlara göre yüksek ücret aldıkları sürece gelişme stratejisi sorgulanmamışür. Ancak, 1950'li, 1960'h ve 1970'li yılların sonlarında, izlenen politikaların sonucu olarak ortaya çıkan döviz darboğazları rant ekonomisi yoluyla sanayileşmenin sınırlarına kısa sürede varılacağını göstermiştir. Buna rağmen devlet rant ekonomisi yolundan ayrılma gücünü demokratik sistem içerisinde bulamamıştır. Döviz darboğazlarına karşı politika önlemleri, strateji değişikliğinden ziyade istikrar programları ile geçiştirilmeye çalışılmıştır.
     1980 yılındaki askeri darbe döviz darboğazını aşmayı temel alan bir dışa yönelme politikası başlatmıştır. Yani, gelişme üçgenin sadece yönetim biçimi unsurunu değiştererek kendisine meşruluk kazandırmaya
çalışmıştır. Ancak, tek bir unsurda yapılan değişiklik rantları ortadan kaldırmak yerine, diğer kesimler aleyhine, sermaye kesimine aktarılması sonucunu doğurmuştur.3 Örneğin, sermaye kesiminin milli gelirden aldığı pay yüzde 42.9'dan 1988'de yüzde 70.2'ye çıkmıştır. Aynı dönem içinde ücretlilerin payı yüzde 32.8'den yüzde 14.'e inmiştir (Özmucur, 1987). Türkiye ücretlilerinin genel ücretleri 1979'da 100'den 1988'de 32.7'ye düşmüştür (Celasun, 1989). Böylece, Türk ekonomisi üretim ekonomisine dönüşemediği gibi 1990'h yıllara çok büyük bölüşüm ve üretkenlik sorunları ile girmiştir, bir önceki dönemde sermaye kesimi yüksek ücretleri ödeyebilmek için bir miktar yatırım yapma baskısı altında iken 1980'li yıllarda sendikal faaliyetlerin kısıtlanması ve gerçek ücretlerin büyük ölçüde düşmesi böyle bir baskıyı ortadan kaldırmıştır. Bu dönemde imalat sanyi yatırımları gerçek olarak azalmıştır.
     Güney Kore'nin üretim ekonomisi, Türkiye'nin ise rant ekonomisi yaratan bir "gelişim üçgeni" içinde olmalan iki ülkenin başlangıç koşulları ile açıklanabilir. 1950'li yıllarda Güney Kore'den görece daha fazla gelişmiş olan Türkiye büyük toprak sahipleri ile ithalatla uğraşan ticaret kesiminin sermaye birikiminde ağırlık taşıdığı bir dönemde sanayileşme hamlesini bu kesimlerin öncülüğünde sağlamak istemiştir. Nüfusun çoğunluğunun tarım sektöründen geçimini sağlaması kesimler arasında kaynak aktarımının demokratik yönetim altında her kesimi mennun edecek bir şekilde yapılmasında etkili olmuştur. Rant ekonomisinin yaratılmasında, Güney Kore ve Tayvan örneğini karşılaştıran Park'm (1990) belirttiği gibi, devletin değişen ekonomik koşullara uyacak esnek yapıdan yoksun olması gösterilebilir. Devlet aşın korumacılık ve değerlenmiş kur politikalarının zaman içerisinde yumuşatmada yetersiz kalmıştır.
     Güney Kore'de ise toprak dağılımının görece eşit olması ve gelişmişlik düzeyinin düşüklüğü devlet müdahalesinin kapsamlı olmasına rol açmıştır. Toplum içerisinde ağırlıklı bir kesimin bulunmayışı, ordunun tek örgütlü grup olarak ortaya çıkmasında etken olmuştur. Askeri yönetim büyüme hedeflerine ulaşmak için sermaye dahil bütün kesimleri sıkı bir denetim altında tutmuştur. Bunda ülke dışı tehdit olgusunun varlığıda etkili olmuştur. Güney köre yönetimi Kuzey Kore ile rekabet içerisinde ekonomik büyümeyi yaşamsal bir hedef olarak görmüştür. Kuzey Kore ve komünizm tehlikeleri Güney Kore ile A.B.D. yönetimlerini yakın işbirlği içinde olmalarını sağlamıştır. 1960'lı yıllarda Güney Kore'ye sermaye girişi yıllık ortalama olarak gayri safi milli hasılanın yüzde 9'na erişmiştir. Bu oran Türkiye için aynı dönemde yüzde 1.3 civarında kalmıştır (Krueger, 1987).
     Türkiye'de 1980'de yapılan askeri darbe ve Güney Kore'de 1970'li yılların sonlarından itibaren ortaya çıkan toplumsal rahatsızlıklar ve demokrasi istemleri her "gelişme üçgenin" kendi dinamiği olduğunu göstermekledir. Güney Kore, demokrasi yönetim biçiminin yer aldığı bir gelişme üçgenine geçiş sorunlarını yaşamaktadır. Türkiye rant ekonomisinin yarattığı sorunları otoriter bir yönetim ile aşmaya çalışmış, ama yukarıda belirtildiği üzere "gelişme üçgeninin" diğer unsurlarını değiştiremediği için, sermaye kesimini yeğleyen bir rant ekonomisini yaratmıştır. Ancak, 1990 başlarında rant ekonomisinin ekonomik ve toplumsal sınırlarının sonuna gelinmiştir. Bu durum TÜSIAD gibi kuruluşları yeni arayışlar içinde sokmuştur (TÜSIAD, 1991).


SONUÇ ve GENEL DEĞERLENDİRMELER

     Türkiye'nin dünya ekonomisinde rekabet edebilmesi ve toplumsal istikrar sağlaması için üretim ekonomisine dayalı bir gelişme üçgeni dinamiğine geçmesi zorunlu hale gelmiştir. Ancak, rant ekonomisinden yararlanan kesimler özellikle sanayi ve finans sektörleri, aracı kesimler ve bürokrasi bu geçişi kolaylaştırmayacaklardır. Bu açıdan geniş katılımlı bir demokrasi ile üretim ekonomisine geçiş birbirleri ile yakından ilişkilidirler. Demokratik katılım yaygınlaştıkça rant ekonomisinden yararlananların güçleri göreli olarak azalacak ve üretim ekonomisine geçiş sürecini kolaylaştıracaktır.
     Türkiye'nin 199O'lı yıllarda üretim ekonomisini yaratan bir gelişme üçgeni içerisinde olması için hedeflerin ve kurumsal yapının demokratik sisteme uyum sağlayacak şekilde yeniden belirlemesine ihtiyaç vardır. Çapoğlu (1991)'de açıklanan strateji çerçevesinde Türkiye, genel düzeyde hedefler yerine, dünya ekonomisinde Türkiye'nin rekabet etme şansım arttıracak geniş anlamda teknoloji altyapısını geliştirmeyi hedef almalıdır. Geniş anlamda teknoloji altyapısı eğitim, sağlık, adalet, ulaştırma, kentselleşme ve çevreyi içermektedir. Devlet daha adil bir şekilde toplayacağı vergi gelirlerini teşvikler ve ucuz krediler yerine teknoloji altyapısını iyileştirmeye acil bir şekilde aktarmalıdır, ikinci olarak kurumsal olarak merkeziyetçi ve müdahaleci yapılar yerine teknoloji altyapısını iyileştirmeye yönelmiş işlevci ve yerel kurumsal yapılara yönelinmelidir.
     Demokratik yönetim biçimi, yerelleşme ve teknoloji altyapısının geliştirilmesi birbirleri ile uyumlu bir bütün yaratmaktadır ve birbirlerinin gelişmesini destekleyecektir. Sorun rant ekonomisinden yarar sağlayan kesimlerin yeni bir "gelişme üçgenine" geçişte yaratacakları engeller ve devletin üretim ekonomisinin koşullarına göre yeniden örgütlenmesini sağlamaktadır. Ancak, demokratik bir yönetim biçiminde, üretim ekonomisinden yararlanacak büyük çoğunluğu oluşturan kesimlerin bu engelleri aşması zor olmamalıdır.




KAYNAKÇA

* ARSLANHAN, S., KURTSAL, Y. (2010). "Güney Kore İnovasyondaki Başarısını Nelere Borçlu? Türkiye İçin Çıkarımlar", TEPAV Politika Notu, Eylül 2010: 1-15.
* ÇALIŞIR, M., GÜLMEZ, A. (2010). "Teknoloji Politikaları Çerçevesinde Ekonomik Gelişim: Türkiye - Güney Kore Karşılaştırması", Akademik İncelemeler Dergisi, 5(1): 23-55.
* GÖNEL, F.D. (2014). "Güney Kore-Türkiye Planlı Kalkınma Deneyimlerinin Karşılaştırması",http://www.yildiz.edu.tr/~gonel/akademikdosyalari/yayinlar/planlikalkinma.pdf, 27.03.2014.
* Çapaoğlu, G. (1991) "Dünya Ekonomisindeki Gelişmeler Işığında Türkiye İçin Bir Ülke Gelişme Stratejisi Önerisi", Bilkent Üniversitesi, Ağustos.
* TMMOB, (2007). "Ülke Örnekleri ile Kalkınma ve Sanayileşme Modelleri", TMMOB Sanayi Kongresi 2007 Oda Raporu: 68-75.
* TÜSIAD. (1991) 21. Yüzyıla Doğru Türkiye: Geleceğe Dönük Bir Atılım Stratejisi. İstanbul: TÜSİAD.

10 Şubat 2017 Cuma

Piyasa’nın Görünmez Eli Kimi Kayırır



     Az biraz iktisat dersi gören bir kişinin kulağına çalınmıştır “Görünmez El” kavramı. Liberal ekonomistler, piyasada aksaklık olursa devletin müdahalesini istemezler, bunu düzeltmek devlete düşmez zaten piyasa mekanizmasının oluşturduğu “görünmez el” bu aksaklığı er yada geç düzeltecektir derler.

     Olaylar, dönemin koşullarına göre değerlendirilmelidir. Bunu fenni bilim araştırmalarında ve deneylerinde de tarih araştırmalarında da, ekonomide ve siyasette kararlar verirken veya geçmişte ki kararları değerlendirirken de göz önünde bulundurmalıyız. Örneklerle ilerleyelim;

     Günümüz koşullarında ilkel manada kölecilik yasal değildir ama Antik Roma’dan tutun da 20. yy’a kadar kölecilik vardı ve normal karşılanıyordu. Köle kavramı toplumdan topluma değişik isimler alıyor farklı şartlarda uygulanıyordu ve her bir toplum kendince bunu meşrulaştırmıştı. Sosyal bilimciler dönemi değerlendirirken bu ve benzeri durumları göz önünde bulundurarak değerlendirmelerde bulunurlar.

     I. Dünya Savaşı’nı değerlendirirken öncesinde İtilaf ve İttifak Devletlerinin bulundukları koşullar, aralarında ki görüşmeler ve yapılan anlaşmaları göz önünde bulundurmayan bir tarih araştırmacısı “bir veliaht vuruldu savaş başladı, iki Osmanlı bandıralı Alman gemisi  Rus limanlarını vurdu, Osmanlı’da istemeden savaşa çekildi” diyebilir. I. Dünya Savaşı sonrası koşulları bilmezken de yapılan barış anlaşmalarının ne koşullarda imzalanmak zorunda kalındığını anlamayacaktır. Onun içindir ki aynı anlaşmaya aynı toplumdan birileri zafer derken birileri hezimet der.

     Piyasanın işleyişini, hangi ekonomik politikanın ne gibi sonuçları olur öngöremeyen kişilerin işi basite alması yine aynı sebeptendir. Faizi sadece dini bir olgu olarak bilen, enflasyon ve pahalılığı karıştıran, dövizi başka ülkenin sorunu olarak gören birinin ekonomik kararlarının ne kadar mantıklı olabileceği kestirilemez ki zaten hatalı olacağı ortadadır.

     Siyasi koşulları göz önünde bulundurmadan kişisel veya toplumsal duygularla hareket etmenin sonucu hüsran olmuştur. 2.  Dünya Savaşı’nda dönemin iktidarı eğer ülkenin içinde olduğu durumu umursamaz, milli duygular doğrultunda ve “buralar bizimdi” mantığıyla hareket etseydi ve savaşa dahil olsaydı, hangi safta yer aldığı önemli değil çünkü her iki taraf da büyük yıkımlar yaşadı, zaten zayıf olan ülke mevcut durumunu bile koruyamayabilirdi.

     Devlet ve ve piyasa mekanizması arasında bir çekişme vardır, “devlet piyasayı düzenlemek ister, piyasa bağımsızlık ve kendi kendini düzenlemek”. Son yüzyılda piyasa dünyayı saran bir ağ gibi devletlerüstü bir hal almış ve devlet müdahalesinin lehinde olması dışında hiçbir müdahaleye göz yummamaktadır. Piyasa koşullarına uymayan, piyasa işleyişine engel oluşturan devlet veya hükümetler zarar görmüştür, piyasa mekanizması işlemeye devam etmiştir.

     Güçlü olmak piyasayı istediği gibi düzenlemek demek değildir, çıkarlarını piyasa doğrultusunda yönlendirmek ve kendi çıkarına en uygun düşen yolda ilerlemektir. Zaten bu doğrultu da geliştikçe kendi çıkarlarınla piyasa çıkarları arasında paralellik sağlanacaktır.

     Sen piyasaya ayak uydurduğunda ve piyasayla birlikte geliştiğinde piyasa kayıracaktır seni. Piyasanın tek ayrım yaptığı konu vardır o da ona ne kadar ayak uydurduğundur, yoksa piyasanın dini, dili, ırkı, dölgesi veya devleti yoktur. Piyasa seni kayırdığı için ekonomik gücün olmaz, senin ekonomik gücün olduğu için piyasa seni kayırır. 

“ Güçlü sürekli haklıysa yapılacak olan, güçlü olmanın çaresine bakmaktır.”   Rousseau


     

8 Şubat 2017 Çarşamba

DİCLENİN SÜRGÜNÜ



Hafiften yağan yağmur

Etrafı saran toprak kokusu

Denizi örten ipek gibi sis

Kalmıştı artık tek bir gerçek

Mağlub olmuş yaşlı bir yürek

Gözleri hep uzaklarda

Yüreği kedreden paramparça

Kimse bilmez kederini

Kafasında binbir düşünce

Kimse anlamaz derdini

Küçük , yaşlı ve ağır adımlarla

Uzaklaşıyordu , cellatlar yanında

Son bir kez döndü arkasına

Acı , keder ve ıhanetten yorgun

Biliyordu bu yolun sonunda ölüm

Acımasız bir gerçek , ölüm

Azrail yine sadıktır randevusuna

Taliptir ihanetten paramparça cana

Elleri ayakları sımsıkı sarılı

Son defa boğazın sularına baktı

O çok sevdiği boğazın suları

Yüreği paramparça , gözleri nemli

Ayağına taş bağlamasalar da olur

Zaten yeterince ağır bu ihanet

Son sözleri dudaklarından çıkar

Sevdiklerim Allah a emanet