2 Mayıs 2017 Salı

TOPLUMSAL HAREKETLER SOSYOLOJİSİ







     İnsan sosyal bir varlıktır ve insanlık tarihi kadar eski bir toplumsal süreci vardır. Yapısı gereği kolektif yaşama uygun olan insanoğlu topluluklar halinde yaşamaya meyillidir. Bu toplumsal yaşam isteği karşılıklı etkileşim ve birlikte hareket etme gibi olgular doğurur. Eski dönemlerdeki etnik ve dinsel hareketlerden günümüzdeki küresel boyut kazanan çevre ve küresel adalet hareketlerine, Arap isyanlarından özellikle Batı başkentlerinde rutin halini alan gösterilere kadar birçok konu hakkında insanların birlikte hareket ettiğine ve tepki gösterdiğine şahit olmaktayız. Futbol maçlarında çıkan kavgalardan, linç girişimlerine veya değişik amaçlarla hükümete hatta devlete karşı yapılan gösterilere kadar, bütün toplumlarda görülen bir olgu haline gelmiştir. Dolayısıyla toplumsal hareketler iletişim ve etkileşimin bu kadar geliştiği ve yoğunlaştığı günümüzde toplumsal ve siyasi dinamiklerin göz ardı edilemez bir parçası olmuştur.
     Temelde toplumsal hareketler değişim talebiyle ortaya çıkan ve belli bir süre devam eden oluşumlar olarak tanımlanabilir. Değişim istendiği gibi muhtemel bir değişime direnme amacını da taşıyabilir. Bu hareketler devrimci oldukları gibi reformcu, muhafazakar, anarşist veya daha nice amaçlar doğrultusunda olabilir. Özel bir konu ile ilgili olabildiği gibi ulusla veya uluslararası konular için de değişim istenebilmektedir. Eskiden lobi ve siyasi partiden farklı olarak daha çok sistem dışı ve sokakta görülen faaliyetler olmakla beraber, bu hareketler (çevre ve kadın hareketler gibi) giderek daha fazla sistem içerisinde yer almaya başladırlar ve demokratik süreçlerin önemli bir parçası haline geldiler.
     Sosyoloji on dokuzuncu yüzyılın sonlarında ortaya çıkışından 1960’lara kadar süren ilk dönem teorilerinin kolektif kolektif teorileri açıklama çabası içerisinde olunmuştur. İlk dönemlerde kolektif eylem, olağan eylem kalıplarını ve kurulu düzeni aşan, devre dışı bırakan ve zayıflatan kolektif eylem tarzı olarak görülmüştür. Günümüz kolektif davranış ve toplumsal hareket literatürüne zemin oluşturan bu teoriler günümüzde aşılmış olsa bile halen geçerli olan bazı önermeleri, kitlesel hareketlerde karşımıza çıkmaktadır. Kitle eylemleriyle uğraşırken güvenlik güçleri de bazen bu teoriye göre hareket ederler. Dolayısıyla aradan yarım asır geçmesine rağmen bu yaklaşım önemini kaybetmemiştir. 
     Fransız İhtilali’nde insanların sokaklara dökülüp her şeye saldırmaları ve etrafı yakıp yıkmaları düşünürleri kitle ve kalabalıkların ruh hali ve düşünce yapısı hakkında düşünmeye yöneltmiştir. Kalabalık davranışlarını açıklamaya çalışan önemli düşünürlerden birisi Fransız düşünür Gustave le Bon’dur. Ancak le Bon’un kalabalıklara karşı tutumu olumsuzdur ve kalabalık psikolojisinin ona katılanları makul/rasyonel düşünme tarzından uzaklaştırdığını düşünür ve bu şüphecilik o dönemde hakim elitlerin kitlelere karşı duyduğu şüphe ve olumsuzluğu yansıtır. Ona göre birey kalabalığa dalınca “kendi benlik duygusunu kaybeder ve sayının çokluğundan kaynaklanan yenilmez bir güce sahip olduğu duygusuna kapılır”. Le Bon’un kalabalığa karşı olumsuz tutumu, “ medeniyetler ancak küçük entelektüel aristokrasi tarafından yaratılıp yönlendirilmiştir, asla kalabalıklar tarafından değil” cümlelerinde açığa çıkan seçkinci düşüncesinde görülmektedir.
     Le Bon’a göre, kolektif davranış düzensiz, muhalif ve spontane isyan eylemidir ve şiddet meyillidir. Birden fazla bireyin kalabalığa dönüşmesi, bir tür kolektif zihin yapısına kapılarak onları tek başlarına olduklarında davranacaklarından çok daha farklı hissetmeye, düşünmeye ve davranmaya yöneltir. Birey kalabalıkta kendini kontrol yetisini kaybeder ve normalde uyumlu davranış sergileyen insanlar kalabalığa karıştıklarında kalabalık liderinin yönlendirmesi ile ya en basit dürtülerine göre davranırlar ya da daha yüce idealler peşinde koşarlar. Le Bon kalabalıkta insanların davranışlarının birbirine bulaşıcı olduğunu ve insanların grup içinde gelişecek ya da grubun lideri tarafından ortaya konacak her türlü hareket tarzını benimseyecek biçimde etkiye açık hale geldiğini, saldırgan ve düşüncesiz davrandıklarını savunmuştur. Bunu ispatlar nitelikteki örnekleri gerek ulusal düzeyde gerek uluslararası düzeyde geçmişte ya da yakın tarihlerde yaşanmıştır. Toplumda sosyal, ekonomik ve kültürel yönden sıkıntı yaşayan bireylerin (gençler ve yoksullar gibi) bu tip kolektif davranışlara daha yatkın olduğu düşünülmüştür.
     Kalabalık kavramı ve güruh (aggregate) kavramından ayrı olarak değerlendirilmiştir. İlkinde bireyler arasında geçici de olsa karşılıklı bir bağ olduğu halde ikincisinde böyle bir ilişkinin olduğu söylenemez. Kalabalığın, taklit, sayı çokluğu, zaman ve mekan yönü vardır ve kriz, felaket ve gereklilik faktörleri kalabalıkların oluşmasında hızlandırıcı bir etki yapar. Diğer bir ifade ile kalabalık psikolojisi, insanlar arasında bulaşıcı bir özellik taşımaktadır ve kavgacılık gibi birisinin taşkın davranışı diğer birilerine bulaşır. Kalabalıkta sayı arttıkça kalabalık psikolojisi etkisini de artırmaktadır.
     Kalabalık psikolojisi ve kitlelere mesajın sade ve kesin bir biçimde sunulması prensibi, Moussolini gibi siyasetçilerin işine yaramıştır. Bu kitle psikolojisi yöntemleri demagoglar ve provokatörler tarafından da sıkça kullanılmaktadır. Sade ve duygu yüklü mesajlar (ihanet, namus, intikam gibi) kalabalıkları peşinden sürüklemekte oldukça etkili olabilmektedir.
     Sembolik etkileşimden yararlanan Blumer, insanların dünyaya nesnelere yükledikleri anlamlara göre hareket ettikleri, bu anlamların etkileşimle ortaya çıktığı ve bu anlamların yorumlama sürecinde yaratıldığı, sürdürüldüğü ve dönüştürüldüğü yönündeki üç temel varsayımdan hareket eder. Blumer’e göre kolektif davranış, “ büyük ölçüde spontane, kuralsız ve düzensizdir”. Kolektif davranışlar temel olarak üç aşamada ortaya çıkmaktadır. Sosyal dengede ki düzensizlik (unrest) ve huzursuzluk bazı kişilerin var olan durumlarını açıklamak ve tatmin etmek için yeterli olmaz. Diğer bir ifade ile, bir toplumda dengesizlik ve huzursuzluğun var olması otomatik olarak kolektif tepki oluşması anlamına gelmez. İkinci olarak, bir grup insan var olan rahatsızlıklarını bir birleriyle paylaşır ve bir şeyler yapılması gerektiği konusunu tartışırlar. Böylece toplumda huzursuzluklar yayılır. Toplumsal düzende ki bozukluklar ve bu konudaki huzursuzluk tesadüf, sirayet (bulaşma), duyarlılık ve etkiye açıklık ve karşılıklı etki ile ortaya çıkar. Blumer’in görüşünde, toplumsal huzursuzluklar düzenli ve planlı bir biçimde ortaya çıkmak yerine, daha çok rasgele süreçlerle ve faktörlerle ortaya çıkar. Bu süreçte insanların etkiye açık olması ve bazı konularda duyarlı olması belirli bir konuda ikna olmalarına yardımcı olmaktadır.
     Blumer, kolektif davranışın irrasyonel olduğunu ret ederek, bu tür davranışların da rasyonel ve anlamlı bir davranış olduğunu söylemektedir. Ona göre, kalabalık eylemleri bulaşıcı “döngüsel tepkilerle” oluşur. Hem insanlar tepkilerini birbirlerine bulaştırırlar hem de ortaya çıkan tepkilerden yenileri gelişir. Kalabalığın üyeleri ne istediklerini tam bilmedikleri için kapsamlı projeler geliştirmek yerine yalnızca etraflarındakilerin davranışlarını taklit ederler. Kalabalıklarda simgesel iletişim kısa devre edilerek, katılımcılar yalnızca doğrudan başkalarının hareketlerine tepki verirler, özellikle “ortaya çıkan söylentiler yoluyla korku ve endişe ile kolayca yönlendirilebilirler ve galeyana getirilebilirler.
     Mahrumiyet, kişinin bir konuda eksik bırakıldığı düşüncesine sahip olmasıdır. Göreceli mahrumiyet anlayışı ise, tamamen objektif standartlara bağlı bir mahrumiyet olgusuna dayanarak değil, insanların beklentileriyle gerçekte buldukları durum arasındaki farklılık yüzünden ya da kendi durumlarının başkalarınınkinden farklı olması yüzünden mağduriyet düşüncesinin ortaya çıkmasıdır. Diğer bir ifade ile, mutlak ve somut bir mahrumiyetten bahsetmek yerine beklentilere göre veya başkalarına göre insanların daha kötü durumda olduklarına inanmaları ve bu duruma kızgınlıkları dolayısıyla protestoya başvurmalarıdır. Burada sözü edilen göreceli mahrumiyet ve kızgınlık, kolektif eylem için yeter şart değilse bile gerekli bir şarttır.



     Tedd Gurr’e göre, mahrumiyet düşüncesi olduğu için durumları/konumları iyi olan sosyal gruplar da kendilerine haksızlık yapıldığına inanarak protestoya başvurabilirler. Örneğin, uzun süre iyi giden işlerin birden kötüleşmesi yüzünden kızgınlık ve hayal kırıklığı dolayısıyla başvurabilirler. Hatta, iyi düzeydeki grupların siyasi ideolojik veya ekonomik durumlarının bozulma tehlikesi/tehdidi ve endişesi de onları protestoya sürükleyebilir. Örneğin, Nisan 2007 “Cumhuriyet Mitingleri” bu bağlamda görülebilir çünkü AK Parti’nin seçeceği bir cumhurbaşkanının kendi yaşam tarzlarını tehdit edeceğini düşünen bazı orta ve üst sınıf grupları, binlerce insanı protesto için İstanbul, Ankara ve İzmir gibi şehirlerde toplayarak protesto eylemleri gerçekleştirmiştir.
     Göreceli mahrumiyet teorisinde bir birine zıt iki tez ortaya çıkmaktadır: kötüleşme tezi ve iyileşme tezi. Kötüleşme tezinde, kötüleşen koşullar dolayısıyla insanların sahip oldukları kızgınlık ve öfkenin, kolektif davranışa yol açtığı savunulurken, iyileşme tezinde ise insanların durumları düzeldikçe isyan etme ihtimallerinin arttığı öne sürülmüştür. James Davies, bu iki tezi “J eğimi” birleştirmeye çalıştı. Uzun süre iyi düzeyde devam eden şartların birden tersine dönmesi ve kötüleşmesi dolayısıyla isyan çıkacağı savunulmuştur. Özetle, Göreceli Mahrumiyet Teorisi ister objektif isterse algılanmış/kurgulanmış olsun mahrumiyet dolayısıyla insanların sahip olduğu şikayet ve kızgınlıklar kolektif eyleme yol açmaktadır. Bu teori özellikle durumu iyi olan orta ve üst sınıfların durumlarına yönelik hissettikleri tehdit dolayısıyla da kolektif eylemlere başvurabileceklerini kabul etmektedir.

Toplumsal Hareketlerde Örgütlenme ve Kaynaklar
     Kaynakların mobilizasyonu (harekete geçirilmesi) toplumsal hareketler teorisinde önemli bir kırılma ve değişim yaratmıştır. Gustave le Bon’un irrasyonel kalabalık psikolojisi anlayışından başlayarak daha sonra ortaya çıkan mahrumiyet ve kızgınlıkların kolektif davranışa yol açtığı ve dolayısıyla bu tür hareketlerin rasyonellikten uzak olduğu fikri 1970’lerde önemli bir kırılma yaşayarak terk edilmiştir. Kolektif davranışın da diğer toplumsal davranışlar gibi rasyonel olabileceği fikrine gelinmiştir. Bu değişimin temel nedeni, 1960’larda bütün dünyada ve özellikle Batı toplumlarında ortaya çıkan öğrenci hareketlerinin ve Amerika’daki Sivil Haklar Hareketi’nin akademik çevrelerde önemli bir ilgi ve sempati toplamasıdır. Çoğu bu tür hareketlere katılmış olan araştırmacılar, daha sonra bu hareketler üzerine yaptıkları araştırma ve analizlerde, sivil haklar isteyen ve protestoya katılan insanların da diğer insanlar gibi kar/zarar, risk/fayda ve maliyet/yarar değerlendirmesi yaparak rasyonel biçimde eylemde bulunan normal insanlar oldukları düşüncesini savunmuşlardır.
     Kaynak mobilizasyonu, ekonomik analizden yola çıkarak bireylerin ve sosyal grupların zararlarını azaltıp kazançlarını artırma (kar maksimizasyonu) prensibiyle eyleme başvurduklarını savunmaktadır. Toplumsal hareketlerin faaliyet gösterdiği toplum düzeni de, bir ekonomik düzen olarak görülmüş ve toplumsal hareket örgütlerinin de firmalar gibi toplumsal faydalar üretmek için ortaya çıkan kuruluşlar olduğu ve bunların arz-talep prensibiyle hareket ettiği savunulmuştur. Burada, kişisel düzeyde olduğu gibi, toplumsal hareket örgütlerinin de kendi grup yararlarını gözettikleri ve kar-zarar prensibinden hareket ettikleri savunulmuştur. Toplumsal harekete katılan kişiler, hem kendileri, hem savundukları gruplar ve hem de topluma kazandıracakları avantajları ve yararlı sonuçları düşünerek fedakarlık gerektiren davranışta ve eylemde bulunurlar.
     Kaynak mobilizasyonu yaklaşımında, kolektif eylemin sürdürülebilmesi için kaynakların ve onu iyi kullanabilecek örgütlenmenin gerektiği fikrinden hareket edildiği bilinmektedir. Etkili olabilmek için kaynakların geniş üye tabanına sunulması ve katılımın artırılması gerekmektedir. Toplumsal hareketlere üyelik ise, bir boşlukta gerçekleşmez. Aksine var olan toplumsal ağlar ve bağlantılar, bir harekete destek devşirilmesine önemli katkıda bulunur. Örneğin, Amerika’daki siyahi kiliseleri, Sivil Haklar Hareketinin tabanının oluşmasına önemli zemin hazırlamıştır. Benzer şekilde mezhep bağları, akrabalık ve aşiret ilişkileri, hemşerilik ve meslek grupları da hareketlere önemli taban sağlayan grup rolünü oynayabilir. Bazı durumlarda belli bir toplumsal grubun bir harekete toptan katılımı ve destek vermesi de söz konusu olabilir. Bu duruma blok üyelik ya da blok katılım denmiştir.
Kapitalist Sanayi Toplumu Açısından Toplumsal Hareketler:
     Kapitalist topluma karşı tutumları ister karşıt ister taraftar olsun, toplumsal hareketlerin bugünkü kapitalist toplumlarda hayatta kalabilmek, faaliyetlerini sürdürebilmek ve üye tabanlarını korumak veya potansiyel sempatizanlarının sayısını artırmak, hem yönetimle hem de karşıt sosyal grup ve örgütlerle mücadele etmek ve yönetici elitlerin bir kısmının desteğini almak için ekonomik kaynaklara sahip olmaları gerekmektedir. Medya ve posta yoluyla mesajların dağıtılması, lobicilik ve yüz yüze ikna çalışmaları gibi faaliyetlerin çoğu maddi kaynaklara dayanmaktadır. Dolayısıyla, toplumsal hareket örgütleri bu kaynakları, üyelerden ve destekçilerden etkin bir biçimde toplayarak ve onlardan en iyi şekilde yararlanarak amaçlarına ulaşmaya çalışırlar. Toplumsal hareket örgütleri lobicilik, yayıncılık ve üye kazanma amacıyla farklı miktarda kaynak kullanırlar. Özel mülkiyeti reddeden Marksist hareketler bile faaliyetlerini finanse edebilmek için maddi kaynaklara ve onları etkin biçimde ihtiyaç duyarlar.
Demokratik Toplumlar Açısından Toplumsal Hareketler:
     İleri ya da az demokratik sistemlerde yaşayıp yaşamadığına bakmaksızın, toplumsal hareketlerin dayandığı desteğin büyüklüğü önemlidir. Çünkü demokraside sayısal ağırlık da önemlidir ve özellikle seçimlerde verilen oylar sonucunda, kimlerin yönetime geleceği belirlenmektedir. Demokratik bir siyasi sistemde, toplumsal hareketler kamuoyunu etkilemek ve elit grupların desteğini kazanmak için de kaynaklara ihtiyaç duyarlar. Bu kaynaklar insan emeği, zaman, para, araçlar, örgütlenme becerileri, duygu havuzu ve kültürden oluşur. Bu kaynaklar toplumsal hareket faaliyetlerinin her aşamasında başka bir öneme sahiptir. Örneğin, seçimlere katılan küçük çaplı radikal bir parti maddi kaynaklar bulamayınca propagandanın büyük kısmını gönüllü emeği ile yaptırırken, daha geniş tabanlı hareketler aynı işleri ücret karşılığı dışarıdan elemanlara yaptırmaktadır.
     Toplumsal hareketin faaliyet düzeyleri üç aşamada kavramsallaştırılabilir: (1) harekete geçme, (2) sürdürme ve (3) amaca ulaşma. Demokratik toplum açısından harekete geçme aşaması kritik bir aşamadır. Bu aşamada kritik bir grubu hareketi başlatmaya ikna etmekte başarılı olan grupların topluma ulaşma imkanları vardır ama daha ilk aşamada sorunlar yaşayan grupların bu imkanları daha azdır. Hareketin sürdürülmesi sürecinde sonuç geciktikçe kaynak toplama daha da zorlaşmaktadır. Kaynakların toplanması ve onların etkin biçimde kullanılması ihtiyacı yüzünden modern toplumda sosyal hareketlerde ideolog liderlerin yerini giderek uzmanlar almaya başlamıştır.





Toplumsal Hareketler ve İletişim Araçları

     Kitle iletişim araçlarının toplumsal gerçekliğin inşasında çok önemli bir rol oynadığı ve medyanın anlamların ve mesajların inşa edilip paylaşıldığı ve tartışıldığı önemli bir sembolik alan oluşturduğu bilinmektedir. Toplumda birçok grup, kurumlar ve diğer aktörler mesajlar ve simgelerin anlamı ve biçimi konusunda mücadele ederler. Bu süreçte biletişim araçları bir yandan bu ideolojik ve kültürel tartışmaların bir aracı ve platformu olurken diğer yandan bu tartışmaların bir yaratıcısı da olabilir. Farklı araştırmacılar, medyanın bu konumunu “imaj yaratıcı endüstri” ve “ikincil söylem geliştirici” gibi kavramlarla ifade etmişlerdir.



     Kişi grup ve kurumların ilk geliştirdiği söylemler medya aracılığıyla topluma sunulurken biraz daha farklı bir biçim kazanmaktadır. Diğer bir ifadeyle, modern toplum büyük ölçüde kitle toplumu olduğu için mesajlar topluma doğrulan ulaşmayıp medya süzgecinden geçmektedir. Eğer medya olayları ve mesajları yansıtan bir ayna gibi düşünülecek olursa, bir nesnenin kendisi hiçbir zaman bu aynada yansıdığı gibi olmayacaktır. Bireysel, grupsal, ideolojik ve dinsel söylemler için bu durum geçerli olduğu gibi, siyaset için de medyanın bir yandan kamuoyunu yansıtması, bir yandan da kamuoyunu oluşturmasına paralel olarak güç ve çıkar mücadelelerine imkan vermesi dolayısıyla modern siyaseti tanımlamak için “medyalı (aracılı) siyaset” kavramı ortaya atılmıştır.
     Toplumsal hareketlerin başarı şansında, kitlesel medyanın yaşamsal bir rol oynadığı konusu artık şüphe götürmeyen bir konudur. Çünkü birçok grup ve aktör arasındaki mesajların dağıtımına aracılık eden kitle iletişim araçları, toplumda ortaya konan iddialardan veya mesajlardan bazılarını destekleyip bazılarını dışlayarak toplumsal hareketler açısından oldukça önemli sonuçlar ortaya çıkarabilmektedir. Medya mensupları tarafsız ve objektif olmaya çalıştıkları zamanlarda bile bunu tam olarak gerçekleştirmeleri zordur.

Medyanın Toplumsal Hareketleri İlgilendiren İşlevleri
Bilgilendirme İşlevi: Modern medya, daha önce bireyler tarafından icra edilen bilgilendirme, yorumlama, eğlendirme ve harekete geçirme gibi işlevleri yerine getirmeye başlamıştır. Bunlar arasında bilgilendirme işlevi özellikle önemli bir yere sahiptir. Bu açıdan örneğin bir çevre felaketi, kaza veya sarsıcı bir haksız durumun medyada haber verilmesi, bir sorunlu durumdan şikayetlerin yayılmasına hizmet edebilir. Bir konuda ülkenin hatta dünyanın herhangi bir yerinde yapılan protestolar hakkında kitle iletişim araçları vasıtasıyla diğer yerlerdeki insanlar da haberdar olurlar. Bu bilgilendirme sayesinde insanların o konu hakkında fikir sahibi olmasına yardımcı olunur.
     Özetle, medyanın bilgilendirme işlevi hem toplumsal hareketlerin rahatsızlık duyduğu konulardan haberdar olmalarına, kızgınlıklarının yayılmasına ve kamuoyunun hareket faaliyetleri hakkında bilgilendirilmesine hizmet eder.
Propaganda İşlevi: Kitle iletişim araçları, istedikleri ve savundukları dolayısıyla bir toplumsal harekete yönelik olumlu veya olumsuz tutum benimseyebilmektedir. Bu yanlı tutum, bazı araştırmacılar tarafından siyasi fırsatların bir parçası olarak da görülmüştür. Bazı araştırmacılar ise medyanın hareketlerden görece bağımsız olması dolayısıyla, bir hareketin medyada kendisini tam anlatabilmesi sayesinde “medya fırsat yapısı”ndan söz etmenin daha doğru olacağını savunmuştur. Diğer bazı araştırmacılar ise medyada bir toplumsal hareketin yer almasını hareketin yararlanabileceği kaynaklardan biri olarak görmüşlerdir. Diğer bir deyişle, hareket faaliyetlerine ve söylemlerine medyada yer verilmesi, para ve gönüllü eleman gibi toplumsal hareketlerin kullanabileceği kaynaklardan sayılmıştır. Medyanın ideolojik yaklaşımı ve örgütsel yapısı da hareketlerin söylemlerini yayma şansını etkilemektedir.
Bağlantı İşlevi: Kitle iletişim araçları birbirinden habersiz ve uzaktaki insanları farkında olmadan veya kasıtlı olarak birbirine bağlayabilmektedir. Medyanın şikayet konusu olan konuları gündeme taşıması ve bir yerdeki toplumsal hareket faaliyetlerine yer vermesi aynı konuda benzer şikayetleri olan kişilerin bir inanç birliğine varması ve işbirliği yapması için bir altyapı oluşmasına yardımcı olabilir. Diğer taraftan, medyada olumsuz biçimde ele alına konular ve eylemler de o hareketin dağılmasına veya zayıflamasına yol açabilmektedir. Özellikle ulusal sınırların bağladığı ve aynı konuda faaliyet gösteren uluslararası oluşumlar, mesafe sorununu internet ve uydu teknolojisinin sağladığı iletişim araçlarıyla aşmaya çalışmaktadır. Küreselleşmenin yarattığı çarpıklıklar ve sorunlara karşı dünya çapında organize olan ve sınırsız serbest ticarete ve savaşlara karşı olma özellikleriyle ortaya çıkan Küresel Adalet Hareketi buna güzel bir örnek oluşturmaktadır. Bu hareket üyeleri kendi aralarında küresel düzeyde işbirliği yapmakta ve ortak eylemler organize etmektedir.
Örnek/Model İşlevi: Medya, modern toplumlarda protesto ve diğer toplumsal hareket faaliyetlerinin yaygınlaşmasına yardımcı olabilmektedir. Bir yerde başarılı olan bir eylem tarzı ve hareket yöntemi aynı konuda faaliyet gösteren potansiyel ve var olan grupların medyada yer alması, diğerlerini de bu konuda cesaretlendirebilir; teşvik edip örnek olabilir. Gandi’nin İngiliz işgaline direnişte sivil itaatsizlik yöntemini kullanması ve başarılı olması daha sonraki bir çok toplumsal harekete örnek olmuştur. Örneğin, Amerika’daki siyahi vatandaşların eşitlik taleplerini dillendiren Martin Luther King Jr. 1960’larda sivil itaatsizlik yöntemini etkili biçimde kullanmıştır. Ayrıca, Sivil Haklar Hareketi de daha sonraki hareketlere ilham kaynağı olmuştur.
Yönlendirme İşlevi: Medya anlam üretme ve iletme platformlarıdır. Kitle iletişim araçları toplumsal hareket üyelerini, sempatizanlarını yönlendirebildiği gibi hem toplumdan hem de elitlerden hareketin karşıtlarını aynı fikirde olmayan ve istenen konu hakkında bir değişim istemeyen grupları bir şeyler yapmaya yönlendirebilir. Bu yönlendirme kasıtlı olabileceği gibi, kasıtlı ve farkında olmadan yalnızca haber akış sisteminden kaynaklı bir etki de olabilir. Çünkü medya söylemleri toplumsal realitenin belli bir yönünü seçip ön plana çıkarabilmektedir. Medya toplum, siyasetçiler ve hareketler için olayları adeta bir mercekten süzülür gibi aksettirdiği için, yönlendirme işlevi çoğu zaman kaçınılmaz olmaktadır. Burada yönlendirmenin olumsuz etkilerinin sınırlı olması için gazetecilerin objektif gazetecilik standartlarına bağlılıkta titiz davranmaları gerekmektedir.

SONUÇ
     Toplumsal hareketler, örgüt dereceleri, büyüklükleri, seçtikleri stratejiler ve benzer ölçütler sayesinde fark gösterebilmektedir. Var olana alternatif bulan, günlük hayata yerleştirmeye çalışan birkaç ya da daha fazla karizmatik öncü sahneye çıkmaktadır. Sonuç olarak ya durum istendiği gibi sonuçlandığı veya en azından toplum tarafından önemli bir problem olduğu kabul edildiği için, ya ada diğer sorunlar baskın çıktığı için sosyal hareketlerin sonuçlanması uzun sürmektedir. Sosyal bir harekette en belirgin taraf, en başta formel olmayan açık organizasyon biçimlerinin egemen olmasıdır. Genellikle insanlar bir hareketin oluşumunun hemen ardından bir birlik ( dernek, vakıf vb.) oluşturmaya başlar. Sonra ki süreçte bunların üzerine geliştirilmiş yapılar ve biçimler oluşarak faaliyette bulunurken, insanların kafaları ve kalplerinde bu hareket kaybolmaktadır veya daha fazla etkisini sürdürmektedir.
     Toplumsal hareketler ve din ilişkisi oldukça karmaşık ve çok boyutludur çünkü din olgusu ister değişimi destekleyici ister değişime engel olan bir faktör olarak karşımıza çıksın her zaman önemli olmuştur. Öncelikle bir kültürel sistem olarak din, değişim unsuru olan toplumsal hareketlerin faaliyetlerine birçok açıdan destek olabilmektedir. Ancak, bazı durumlarda toplumsal hareketlere engel olabileceği de bir gerçektir. Özellikle Marksizm dinin bu yönüne vurgu yapmıştır. Sosyo-ekonomik altyapıyı yansıttığı düşünülen din toplumda statükoyu destekleyen ve değişime engel olan olgu olarak görülmüştür. Marksist perspektif dışındaki araştırmalar bu gerçeğe işaret ederek dinin tutucu bir faktör olarak ortaya çıkabileceğini ortaya koymuşlardır.
     Din toplumsal hareketlerin istedikleri sosyal değişmeye engel olan bir faktör olarak da karşımıza çıkabilmektedir. Özellikle yerleşik elitlerle din arasında sıkı bir bağ olduğu durumlarda dinin, statükoyu meşrulaştırıcı ve değişim isteklerini de Tanrı’nın iradesine ve ahlaka ters olaylar gibi göstermesi mümkündür. Dolayısıyla, din ve toplumsal hareketler günümüz toplumlarının iki önemli olgusu olarak hem olumlu hem de olumsuz biçimde birbiriyle yakından ilgilidir.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder