İnsan sosyal bir varlıktır ve insanlık
tarihi kadar eski bir toplumsal süreci vardır. Yapısı gereği kolektif yaşama
uygun olan insanoğlu topluluklar halinde yaşamaya meyillidir. Bu toplumsal
yaşam isteği karşılıklı etkileşim ve birlikte hareket etme gibi olgular
doğurur. Eski dönemlerdeki etnik ve dinsel hareketlerden günümüzdeki küresel
boyut kazanan çevre ve küresel adalet hareketlerine, Arap isyanlarından
özellikle Batı başkentlerinde rutin halini alan gösterilere kadar birçok konu
hakkında insanların birlikte hareket ettiğine ve tepki gösterdiğine şahit
olmaktayız. Futbol maçlarında çıkan kavgalardan, linç girişimlerine veya
değişik amaçlarla hükümete hatta devlete karşı yapılan gösterilere kadar, bütün
toplumlarda görülen bir olgu haline gelmiştir. Dolayısıyla toplumsal hareketler
iletişim ve etkileşimin bu kadar geliştiği ve yoğunlaştığı günümüzde toplumsal
ve siyasi dinamiklerin göz ardı edilemez bir parçası olmuştur.
Temelde toplumsal hareketler değişim
talebiyle ortaya çıkan ve belli bir süre devam eden oluşumlar olarak
tanımlanabilir. Değişim istendiği gibi muhtemel bir değişime direnme amacını da
taşıyabilir. Bu hareketler devrimci oldukları gibi reformcu, muhafazakar,
anarşist veya daha nice amaçlar doğrultusunda olabilir. Özel bir konu ile
ilgili olabildiği gibi ulusla veya uluslararası konular için de değişim
istenebilmektedir. Eskiden lobi ve siyasi partiden farklı olarak daha çok
sistem dışı ve sokakta görülen faaliyetler olmakla beraber, bu hareketler
(çevre ve kadın hareketler gibi) giderek daha fazla sistem içerisinde yer
almaya başladırlar ve demokratik süreçlerin önemli bir parçası haline geldiler.
Sosyoloji on dokuzuncu yüzyılın sonlarında
ortaya çıkışından 1960’lara kadar süren ilk dönem teorilerinin kolektif
kolektif teorileri açıklama çabası içerisinde olunmuştur. İlk dönemlerde
kolektif eylem, olağan eylem kalıplarını ve kurulu düzeni aşan, devre dışı
bırakan ve zayıflatan kolektif eylem tarzı olarak görülmüştür. Günümüz kolektif
davranış ve toplumsal hareket literatürüne zemin oluşturan bu teoriler
günümüzde aşılmış olsa bile halen geçerli olan bazı önermeleri, kitlesel
hareketlerde karşımıza çıkmaktadır. Kitle eylemleriyle uğraşırken güvenlik
güçleri de bazen bu teoriye göre hareket ederler. Dolayısıyla aradan yarım asır
geçmesine rağmen bu yaklaşım önemini kaybetmemiştir.
Fransız İhtilali’nde insanların sokaklara
dökülüp her şeye saldırmaları ve etrafı yakıp yıkmaları düşünürleri kitle ve
kalabalıkların ruh hali ve düşünce yapısı hakkında düşünmeye yöneltmiştir. Kalabalık
davranışlarını açıklamaya çalışan önemli düşünürlerden birisi Fransız düşünür
Gustave le Bon’dur. Ancak le Bon’un kalabalıklara karşı tutumu olumsuzdur ve
kalabalık psikolojisinin ona katılanları makul/rasyonel düşünme tarzından
uzaklaştırdığını düşünür ve bu şüphecilik o dönemde hakim elitlerin kitlelere
karşı duyduğu şüphe ve olumsuzluğu yansıtır. Ona göre birey kalabalığa dalınca
“kendi benlik duygusunu kaybeder ve sayının çokluğundan kaynaklanan yenilmez
bir güce sahip olduğu duygusuna kapılır”. Le Bon’un kalabalığa karşı olumsuz
tutumu, “ medeniyetler ancak küçük entelektüel aristokrasi tarafından yaratılıp
yönlendirilmiştir, asla kalabalıklar tarafından değil” cümlelerinde açığa çıkan
seçkinci düşüncesinde görülmektedir.
Le Bon’a göre, kolektif davranış düzensiz,
muhalif ve spontane isyan eylemidir ve şiddet meyillidir. Birden fazla bireyin
kalabalığa dönüşmesi, bir tür kolektif zihin yapısına kapılarak onları tek
başlarına olduklarında davranacaklarından çok daha farklı hissetmeye, düşünmeye
ve davranmaya yöneltir. Birey kalabalıkta kendini kontrol yetisini kaybeder ve
normalde uyumlu davranış sergileyen insanlar kalabalığa karıştıklarında
kalabalık liderinin yönlendirmesi ile ya en basit dürtülerine göre davranırlar
ya da daha yüce idealler peşinde koşarlar. Le Bon kalabalıkta insanların
davranışlarının birbirine bulaşıcı olduğunu ve insanların grup içinde gelişecek
ya da grubun lideri tarafından ortaya konacak her türlü hareket tarzını
benimseyecek biçimde etkiye açık hale geldiğini, saldırgan ve düşüncesiz
davrandıklarını savunmuştur. Bunu ispatlar nitelikteki örnekleri gerek ulusal
düzeyde gerek uluslararası düzeyde geçmişte ya da yakın tarihlerde yaşanmıştır.
Toplumda sosyal, ekonomik ve kültürel yönden sıkıntı yaşayan bireylerin (gençler
ve yoksullar gibi) bu tip kolektif davranışlara daha yatkın olduğu
düşünülmüştür.
Kalabalık kavramı ve güruh (aggregate)
kavramından ayrı olarak değerlendirilmiştir. İlkinde bireyler arasında geçici
de olsa karşılıklı bir bağ olduğu halde ikincisinde böyle bir ilişkinin olduğu
söylenemez. Kalabalığın, taklit, sayı çokluğu, zaman ve mekan yönü vardır ve
kriz, felaket ve gereklilik faktörleri kalabalıkların oluşmasında hızlandırıcı
bir etki yapar. Diğer bir ifade ile kalabalık psikolojisi, insanlar arasında
bulaşıcı bir özellik taşımaktadır ve kavgacılık gibi birisinin taşkın davranışı
diğer birilerine bulaşır. Kalabalıkta sayı arttıkça kalabalık psikolojisi
etkisini de artırmaktadır.
Kalabalık psikolojisi ve kitlelere mesajın
sade ve kesin bir biçimde sunulması prensibi, Moussolini gibi siyasetçilerin
işine yaramıştır. Bu kitle psikolojisi yöntemleri demagoglar ve provokatörler tarafından
da sıkça kullanılmaktadır. Sade ve duygu yüklü mesajlar (ihanet, namus, intikam
gibi) kalabalıkları peşinden sürüklemekte oldukça etkili olabilmektedir.
Sembolik etkileşimden yararlanan Blumer,
insanların dünyaya nesnelere yükledikleri anlamlara göre hareket ettikleri, bu
anlamların etkileşimle ortaya çıktığı ve bu anlamların yorumlama sürecinde
yaratıldığı, sürdürüldüğü ve dönüştürüldüğü yönündeki üç temel varsayımdan
hareket eder. Blumer’e göre kolektif davranış, “ büyük ölçüde spontane,
kuralsız ve düzensizdir”. Kolektif davranışlar temel olarak üç aşamada ortaya
çıkmaktadır. Sosyal dengede ki düzensizlik (unrest) ve huzursuzluk bazı
kişilerin var olan durumlarını açıklamak ve tatmin etmek için yeterli olmaz.
Diğer bir ifade ile, bir toplumda dengesizlik ve huzursuzluğun var olması
otomatik olarak kolektif tepki oluşması anlamına gelmez. İkinci olarak, bir grup
insan var olan rahatsızlıklarını bir birleriyle paylaşır ve bir şeyler
yapılması gerektiği konusunu tartışırlar. Böylece toplumda huzursuzluklar
yayılır. Toplumsal düzende ki bozukluklar ve bu konudaki huzursuzluk tesadüf,
sirayet (bulaşma), duyarlılık ve etkiye açıklık ve karşılıklı etki ile ortaya
çıkar. Blumer’in görüşünde, toplumsal huzursuzluklar düzenli ve planlı bir
biçimde ortaya çıkmak yerine, daha çok rasgele süreçlerle ve faktörlerle ortaya
çıkar. Bu süreçte insanların etkiye açık olması ve bazı konularda duyarlı
olması belirli bir konuda ikna olmalarına yardımcı olmaktadır.
Blumer, kolektif davranışın irrasyonel
olduğunu ret ederek, bu tür davranışların da rasyonel ve anlamlı bir davranış
olduğunu söylemektedir. Ona göre, kalabalık eylemleri bulaşıcı “döngüsel
tepkilerle” oluşur. Hem insanlar tepkilerini birbirlerine bulaştırırlar hem de
ortaya çıkan tepkilerden yenileri gelişir. Kalabalığın üyeleri ne istediklerini
tam bilmedikleri için kapsamlı projeler geliştirmek yerine yalnızca
etraflarındakilerin davranışlarını taklit ederler. Kalabalıklarda simgesel
iletişim kısa devre edilerek, katılımcılar yalnızca doğrudan başkalarının
hareketlerine tepki verirler, özellikle “ortaya çıkan söylentiler yoluyla korku
ve endişe ile kolayca yönlendirilebilirler ve galeyana getirilebilirler.
Mahrumiyet, kişinin bir konuda eksik
bırakıldığı düşüncesine sahip olmasıdır. Göreceli mahrumiyet anlayışı ise,
tamamen objektif standartlara bağlı bir mahrumiyet olgusuna dayanarak değil,
insanların beklentileriyle gerçekte buldukları durum arasındaki farklılık
yüzünden ya da kendi durumlarının başkalarınınkinden farklı olması yüzünden
mağduriyet düşüncesinin ortaya çıkmasıdır. Diğer bir ifade ile, mutlak ve somut
bir mahrumiyetten bahsetmek yerine beklentilere göre veya başkalarına göre
insanların daha kötü durumda olduklarına inanmaları ve bu duruma kızgınlıkları
dolayısıyla protestoya başvurmalarıdır. Burada sözü edilen göreceli mahrumiyet
ve kızgınlık, kolektif eylem için yeter şart değilse bile gerekli bir şarttır.
Tedd Gurr’e göre, mahrumiyet düşüncesi
olduğu için durumları/konumları iyi olan sosyal gruplar da kendilerine
haksızlık yapıldığına inanarak protestoya başvurabilirler. Örneğin, uzun süre
iyi giden işlerin birden kötüleşmesi yüzünden kızgınlık ve hayal kırıklığı
dolayısıyla başvurabilirler. Hatta, iyi düzeydeki grupların siyasi ideolojik
veya ekonomik durumlarının bozulma tehlikesi/tehdidi ve endişesi de onları
protestoya sürükleyebilir. Örneğin, Nisan 2007 “Cumhuriyet Mitingleri” bu
bağlamda görülebilir çünkü AK Parti’nin seçeceği bir cumhurbaşkanının kendi
yaşam tarzlarını tehdit edeceğini düşünen bazı orta ve üst sınıf grupları,
binlerce insanı protesto için İstanbul, Ankara ve İzmir gibi şehirlerde
toplayarak protesto eylemleri gerçekleştirmiştir.
Göreceli mahrumiyet teorisinde bir birine
zıt iki tez ortaya çıkmaktadır: kötüleşme tezi ve iyileşme tezi. Kötüleşme
tezinde, kötüleşen koşullar dolayısıyla insanların sahip oldukları kızgınlık ve
öfkenin, kolektif davranışa yol açtığı savunulurken, iyileşme tezinde ise
insanların durumları düzeldikçe isyan etme ihtimallerinin arttığı öne
sürülmüştür. James Davies, bu iki tezi “J eğimi” birleştirmeye çalıştı. Uzun
süre iyi düzeyde devam eden şartların birden tersine dönmesi ve kötüleşmesi
dolayısıyla isyan çıkacağı savunulmuştur. Özetle, Göreceli Mahrumiyet Teorisi
ister objektif isterse algılanmış/kurgulanmış olsun mahrumiyet dolayısıyla
insanların sahip olduğu şikayet ve kızgınlıklar kolektif eyleme yol açmaktadır.
Bu teori özellikle durumu iyi olan orta ve üst sınıfların durumlarına yönelik
hissettikleri tehdit dolayısıyla da kolektif eylemlere başvurabileceklerini
kabul etmektedir.
Toplumsal
Hareketlerde Örgütlenme ve Kaynaklar
Kaynakların
mobilizasyonu (harekete geçirilmesi) toplumsal hareketler teorisinde önemli bir
kırılma ve değişim yaratmıştır. Gustave le Bon’un irrasyonel kalabalık
psikolojisi anlayışından başlayarak daha sonra ortaya çıkan mahrumiyet ve
kızgınlıkların kolektif davranışa yol açtığı ve dolayısıyla bu tür hareketlerin
rasyonellikten uzak olduğu fikri 1970’lerde önemli bir kırılma yaşayarak terk
edilmiştir. Kolektif davranışın da diğer toplumsal davranışlar gibi rasyonel
olabileceği fikrine gelinmiştir. Bu değişimin temel nedeni, 1960’larda bütün
dünyada ve özellikle Batı toplumlarında ortaya çıkan öğrenci hareketlerinin ve
Amerika’daki Sivil Haklar Hareketi’nin akademik çevrelerde önemli bir ilgi ve
sempati toplamasıdır. Çoğu bu tür hareketlere katılmış olan araştırmacılar,
daha sonra bu hareketler üzerine yaptıkları araştırma ve analizlerde, sivil
haklar isteyen ve protestoya katılan insanların da diğer insanlar gibi
kar/zarar, risk/fayda ve maliyet/yarar değerlendirmesi yaparak rasyonel biçimde
eylemde bulunan normal insanlar oldukları düşüncesini savunmuşlardır.
Kaynak mobilizasyonu, ekonomik analizden
yola çıkarak bireylerin ve sosyal grupların zararlarını azaltıp kazançlarını
artırma (kar maksimizasyonu) prensibiyle eyleme başvurduklarını savunmaktadır.
Toplumsal hareketlerin faaliyet gösterdiği toplum düzeni de, bir ekonomik düzen
olarak görülmüş ve toplumsal hareket örgütlerinin de firmalar gibi toplumsal
faydalar üretmek için ortaya çıkan kuruluşlar olduğu ve bunların arz-talep
prensibiyle hareket ettiği savunulmuştur. Burada, kişisel düzeyde olduğu gibi,
toplumsal hareket örgütlerinin de kendi grup yararlarını gözettikleri ve
kar-zarar prensibinden hareket ettikleri savunulmuştur. Toplumsal harekete
katılan kişiler, hem kendileri, hem savundukları gruplar ve hem de topluma
kazandıracakları avantajları ve yararlı sonuçları düşünerek fedakarlık
gerektiren davranışta ve eylemde bulunurlar.
Kaynak mobilizasyonu yaklaşımında,
kolektif eylemin sürdürülebilmesi için kaynakların ve onu iyi kullanabilecek
örgütlenmenin gerektiği fikrinden hareket edildiği bilinmektedir. Etkili
olabilmek için kaynakların geniş üye tabanına sunulması ve katılımın artırılması
gerekmektedir. Toplumsal hareketlere üyelik ise, bir boşlukta gerçekleşmez.
Aksine var olan toplumsal ağlar ve bağlantılar, bir harekete destek
devşirilmesine önemli katkıda bulunur. Örneğin, Amerika’daki siyahi kiliseleri,
Sivil Haklar Hareketinin tabanının oluşmasına önemli zemin hazırlamıştır.
Benzer şekilde mezhep bağları, akrabalık ve aşiret ilişkileri, hemşerilik ve
meslek grupları da hareketlere önemli taban sağlayan grup rolünü oynayabilir.
Bazı durumlarda belli bir toplumsal grubun bir harekete toptan katılımı ve
destek vermesi de söz konusu olabilir. Bu duruma blok üyelik ya da blok katılım
denmiştir.
Kapitalist
Sanayi Toplumu Açısından Toplumsal Hareketler:
Kapitalist topluma
karşı tutumları ister karşıt ister taraftar olsun, toplumsal hareketlerin
bugünkü kapitalist toplumlarda hayatta kalabilmek, faaliyetlerini sürdürebilmek
ve üye tabanlarını korumak veya potansiyel sempatizanlarının sayısını artırmak,
hem yönetimle hem de karşıt sosyal grup ve örgütlerle mücadele etmek ve
yönetici elitlerin bir kısmının desteğini almak için ekonomik kaynaklara sahip
olmaları gerekmektedir. Medya ve posta yoluyla mesajların dağıtılması,
lobicilik ve yüz yüze ikna çalışmaları gibi faaliyetlerin çoğu maddi kaynaklara
dayanmaktadır. Dolayısıyla, toplumsal hareket örgütleri bu kaynakları,
üyelerden ve destekçilerden etkin bir biçimde toplayarak ve onlardan en iyi
şekilde yararlanarak amaçlarına ulaşmaya çalışırlar. Toplumsal hareket
örgütleri lobicilik, yayıncılık ve üye kazanma amacıyla farklı miktarda kaynak
kullanırlar. Özel mülkiyeti reddeden Marksist hareketler bile faaliyetlerini
finanse edebilmek için maddi kaynaklara ve onları etkin biçimde ihtiyaç
duyarlar.
Demokratik
Toplumlar Açısından Toplumsal Hareketler:
İleri ya da az demokratik sistemlerde
yaşayıp yaşamadığına bakmaksızın, toplumsal hareketlerin dayandığı desteğin
büyüklüğü önemlidir. Çünkü demokraside sayısal ağırlık da önemlidir ve
özellikle seçimlerde verilen oylar sonucunda, kimlerin yönetime geleceği
belirlenmektedir. Demokratik bir siyasi sistemde, toplumsal hareketler
kamuoyunu etkilemek ve elit grupların desteğini kazanmak için de kaynaklara
ihtiyaç duyarlar. Bu kaynaklar insan emeği, zaman, para, araçlar, örgütlenme
becerileri, duygu havuzu ve kültürden oluşur. Bu kaynaklar toplumsal hareket
faaliyetlerinin her aşamasında başka bir öneme sahiptir. Örneğin, seçimlere
katılan küçük çaplı radikal bir parti maddi kaynaklar bulamayınca propagandanın
büyük kısmını gönüllü emeği ile yaptırırken, daha geniş tabanlı hareketler aynı
işleri ücret karşılığı dışarıdan elemanlara yaptırmaktadır.
Toplumsal hareketin faaliyet düzeyleri üç
aşamada kavramsallaştırılabilir: (1) harekete geçme, (2) sürdürme ve (3) amaca
ulaşma. Demokratik toplum açısından harekete geçme aşaması kritik bir aşamadır.
Bu aşamada kritik bir grubu hareketi başlatmaya ikna etmekte başarılı olan
grupların topluma ulaşma imkanları vardır ama daha ilk aşamada sorunlar yaşayan
grupların bu imkanları daha azdır. Hareketin sürdürülmesi sürecinde sonuç
geciktikçe kaynak toplama daha da zorlaşmaktadır. Kaynakların toplanması ve
onların etkin biçimde kullanılması ihtiyacı yüzünden modern toplumda sosyal
hareketlerde ideolog liderlerin yerini giderek uzmanlar almaya başlamıştır.
Toplumsal
Hareketler ve İletişim Araçları
Kitle iletişim araçlarının toplumsal
gerçekliğin inşasında çok önemli bir rol oynadığı ve medyanın anlamların ve
mesajların inşa edilip paylaşıldığı ve tartışıldığı önemli bir sembolik alan
oluşturduğu bilinmektedir. Toplumda birçok grup, kurumlar ve diğer aktörler
mesajlar ve simgelerin anlamı ve biçimi konusunda mücadele ederler. Bu süreçte
biletişim araçları bir yandan bu ideolojik ve kültürel tartışmaların bir aracı
ve platformu olurken diğer yandan bu tartışmaların bir yaratıcısı da olabilir.
Farklı araştırmacılar, medyanın bu konumunu “imaj yaratıcı endüstri” ve
“ikincil söylem geliştirici” gibi kavramlarla ifade etmişlerdir.
Kişi grup ve kurumların ilk geliştirdiği
söylemler medya aracılığıyla topluma sunulurken biraz daha farklı bir biçim
kazanmaktadır. Diğer bir ifadeyle, modern toplum büyük ölçüde kitle toplumu
olduğu için mesajlar topluma doğrulan ulaşmayıp medya süzgecinden geçmektedir.
Eğer medya olayları ve mesajları yansıtan bir ayna gibi düşünülecek olursa, bir
nesnenin kendisi hiçbir zaman bu aynada yansıdığı gibi olmayacaktır. Bireysel,
grupsal, ideolojik ve dinsel söylemler için bu durum geçerli olduğu gibi,
siyaset için de medyanın bir yandan kamuoyunu yansıtması, bir yandan da
kamuoyunu oluşturmasına paralel olarak güç ve çıkar mücadelelerine imkan
vermesi dolayısıyla modern siyaseti tanımlamak için “medyalı (aracılı) siyaset”
kavramı ortaya atılmıştır.
Toplumsal hareketlerin başarı şansında,
kitlesel medyanın yaşamsal bir rol oynadığı konusu artık şüphe götürmeyen bir
konudur. Çünkü birçok grup ve aktör arasındaki mesajların dağıtımına aracılık
eden kitle iletişim araçları, toplumda ortaya konan iddialardan veya
mesajlardan bazılarını destekleyip bazılarını dışlayarak toplumsal hareketler
açısından oldukça önemli sonuçlar ortaya çıkarabilmektedir. Medya mensupları
tarafsız ve objektif olmaya çalıştıkları zamanlarda bile bunu tam olarak
gerçekleştirmeleri zordur.
Medyanın
Toplumsal Hareketleri İlgilendiren İşlevleri
Bilgilendirme
İşlevi: Modern medya, daha önce bireyler tarafından icra
edilen bilgilendirme, yorumlama, eğlendirme ve harekete geçirme gibi işlevleri
yerine getirmeye başlamıştır. Bunlar arasında bilgilendirme işlevi özellikle önemli
bir yere sahiptir. Bu açıdan örneğin bir çevre felaketi, kaza veya sarsıcı bir
haksız durumun medyada haber verilmesi, bir sorunlu durumdan şikayetlerin
yayılmasına hizmet edebilir. Bir konuda ülkenin hatta dünyanın herhangi bir
yerinde yapılan protestolar hakkında kitle iletişim araçları vasıtasıyla diğer
yerlerdeki insanlar da haberdar olurlar. Bu bilgilendirme sayesinde insanların
o konu hakkında fikir sahibi olmasına yardımcı olunur.
Özetle, medyanın bilgilendirme işlevi hem
toplumsal hareketlerin rahatsızlık duyduğu konulardan haberdar olmalarına,
kızgınlıklarının yayılmasına ve kamuoyunun hareket faaliyetleri hakkında
bilgilendirilmesine hizmet eder.
Propaganda
İşlevi: Kitle iletişim araçları, istedikleri ve savundukları
dolayısıyla bir toplumsal harekete yönelik olumlu veya olumsuz tutum
benimseyebilmektedir. Bu yanlı tutum, bazı araştırmacılar tarafından siyasi
fırsatların bir parçası olarak da görülmüştür. Bazı araştırmacılar ise medyanın
hareketlerden görece bağımsız olması dolayısıyla, bir hareketin medyada
kendisini tam anlatabilmesi sayesinde “medya fırsat yapısı”ndan söz etmenin
daha doğru olacağını savunmuştur. Diğer bazı araştırmacılar ise medyada bir
toplumsal hareketin yer almasını hareketin yararlanabileceği kaynaklardan biri
olarak görmüşlerdir. Diğer bir deyişle, hareket faaliyetlerine ve söylemlerine
medyada yer verilmesi, para ve gönüllü eleman gibi toplumsal hareketlerin
kullanabileceği kaynaklardan sayılmıştır. Medyanın ideolojik yaklaşımı ve
örgütsel yapısı da hareketlerin söylemlerini yayma şansını etkilemektedir.
Bağlantı
İşlevi: Kitle iletişim araçları birbirinden habersiz ve
uzaktaki insanları farkında olmadan veya kasıtlı olarak birbirine
bağlayabilmektedir. Medyanın şikayet konusu olan konuları gündeme taşıması ve
bir yerdeki toplumsal hareket faaliyetlerine yer vermesi aynı konuda benzer
şikayetleri olan kişilerin bir inanç birliğine varması ve işbirliği yapması
için bir altyapı oluşmasına yardımcı olabilir. Diğer taraftan, medyada olumsuz
biçimde ele alına konular ve eylemler de o hareketin dağılmasına veya
zayıflamasına yol açabilmektedir. Özellikle ulusal sınırların bağladığı ve aynı
konuda faaliyet gösteren uluslararası oluşumlar, mesafe sorununu internet ve
uydu teknolojisinin sağladığı iletişim araçlarıyla aşmaya çalışmaktadır.
Küreselleşmenin yarattığı çarpıklıklar ve sorunlara karşı dünya çapında
organize olan ve sınırsız serbest ticarete ve savaşlara karşı olma
özellikleriyle ortaya çıkan Küresel Adalet Hareketi buna güzel bir örnek
oluşturmaktadır. Bu hareket üyeleri kendi aralarında küresel düzeyde işbirliği
yapmakta ve ortak eylemler organize etmektedir.
Örnek/Model
İşlevi: Medya, modern toplumlarda protesto ve diğer
toplumsal hareket faaliyetlerinin yaygınlaşmasına yardımcı olabilmektedir. Bir
yerde başarılı olan bir eylem tarzı ve hareket yöntemi aynı konuda faaliyet
gösteren potansiyel ve var olan grupların medyada yer alması, diğerlerini de bu
konuda cesaretlendirebilir; teşvik edip örnek olabilir. Gandi’nin İngiliz
işgaline direnişte sivil itaatsizlik yöntemini kullanması ve başarılı olması
daha sonraki bir çok toplumsal harekete örnek olmuştur. Örneğin, Amerika’daki
siyahi vatandaşların eşitlik taleplerini dillendiren Martin Luther King Jr.
1960’larda sivil itaatsizlik yöntemini etkili biçimde kullanmıştır. Ayrıca,
Sivil Haklar Hareketi de daha sonraki hareketlere ilham kaynağı olmuştur.
Yönlendirme
İşlevi: Medya anlam üretme ve iletme platformlarıdır. Kitle
iletişim araçları toplumsal hareket üyelerini, sempatizanlarını
yönlendirebildiği gibi hem toplumdan hem de elitlerden hareketin karşıtlarını
aynı fikirde olmayan ve istenen konu hakkında bir değişim istemeyen grupları
bir şeyler yapmaya yönlendirebilir. Bu yönlendirme kasıtlı olabileceği gibi,
kasıtlı ve farkında olmadan yalnızca haber akış sisteminden kaynaklı bir etki
de olabilir. Çünkü medya söylemleri toplumsal realitenin belli bir yönünü seçip
ön plana çıkarabilmektedir. Medya toplum, siyasetçiler ve hareketler için olayları
adeta bir mercekten süzülür gibi aksettirdiği için, yönlendirme işlevi çoğu
zaman kaçınılmaz olmaktadır. Burada yönlendirmenin olumsuz etkilerinin sınırlı
olması için gazetecilerin objektif gazetecilik standartlarına bağlılıkta titiz
davranmaları gerekmektedir.
SONUÇ
Toplumsal hareketler,
örgüt dereceleri, büyüklükleri, seçtikleri stratejiler ve benzer ölçütler
sayesinde fark gösterebilmektedir. Var olana alternatif bulan, günlük hayata
yerleştirmeye çalışan birkaç ya da daha fazla karizmatik öncü sahneye
çıkmaktadır. Sonuç olarak ya durum istendiği gibi sonuçlandığı veya en azından
toplum tarafından önemli bir problem olduğu kabul edildiği için, ya ada diğer
sorunlar baskın çıktığı için sosyal hareketlerin sonuçlanması uzun sürmektedir.
Sosyal bir harekette en belirgin taraf, en başta formel olmayan açık
organizasyon biçimlerinin egemen olmasıdır. Genellikle insanlar bir hareketin
oluşumunun hemen ardından bir birlik ( dernek, vakıf vb.) oluşturmaya başlar.
Sonra ki süreçte bunların üzerine geliştirilmiş yapılar ve biçimler oluşarak
faaliyette bulunurken, insanların kafaları ve kalplerinde bu hareket
kaybolmaktadır veya daha fazla etkisini sürdürmektedir.
Toplumsal hareketler ve din ilişkisi oldukça
karmaşık ve çok boyutludur çünkü din olgusu ister değişimi destekleyici ister
değişime engel olan bir faktör olarak karşımıza çıksın her zaman önemli
olmuştur. Öncelikle bir kültürel sistem olarak din, değişim unsuru olan
toplumsal hareketlerin faaliyetlerine birçok açıdan destek olabilmektedir.
Ancak, bazı durumlarda toplumsal hareketlere engel olabileceği de bir
gerçektir. Özellikle Marksizm dinin bu yönüne vurgu yapmıştır. Sosyo-ekonomik
altyapıyı yansıttığı düşünülen din toplumda statükoyu destekleyen ve değişime
engel olan olgu olarak görülmüştür. Marksist perspektif dışındaki araştırmalar
bu gerçeğe işaret ederek dinin tutucu bir faktör olarak ortaya çıkabileceğini
ortaya koymuşlardır.
Din toplumsal hareketlerin istedikleri
sosyal değişmeye engel olan bir faktör olarak da karşımıza çıkabilmektedir.
Özellikle yerleşik elitlerle din arasında sıkı bir bağ olduğu durumlarda dinin,
statükoyu meşrulaştırıcı ve değişim isteklerini de Tanrı’nın iradesine ve
ahlaka ters olaylar gibi göstermesi mümkündür. Dolayısıyla, din ve toplumsal
hareketler günümüz toplumlarının iki önemli olgusu olarak hem olumlu hem de
olumsuz biçimde birbiriyle yakından ilgilidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder