27 Mayıs 2018 Pazar

KIRMIZI ÇİZGİ

KIRMIZI ÇİZGİ
Paylaşılamayan Toprakların Yakın Tarihi
JAMES BARR






     1916 yılında imzalanmış ve 100. yılını doldurmuş olan Sykes-Picot antlaşması hakkında yazılıp çizilecek çok şey var. Küçük Asya Antlaşması (Asia Minor Agreement) olarak da bilinen bu sözleşme, Orta Doğu'yu şekillendirmiştir. Bu plan tam anlamıyla uygulanamamış bir taslak niteliği taşır. Bu yüzden Sykes-Picot'a bir uzlaşma demek daha doğru olacaktır. Bu uzlaşma, geride bir asır bırakmış olmasına rağmen hala etkilerini sürdürmektedir. Birçok diplomat ve bürokrat arasındaki yazışmaları ve antlaşmaları içeren Sykes-Picot’un ismi, antlaşma üzerinde en çok sözü geçen iki kişinin yani Mark Sykes(Britanya) ve François Georges-Picot(Fransa)’un isimlerinden alınmadır.

    Britanya hükümetinin Osmanlı Devleti ve Orta Doğu üzerindeki politikalarını konu alan bu komite, Osmanlı’yı paylaşma konusunda bir takım kararlar almıştı. Bu kararları pek tabii Fransa, Rusya ve İtalya ile beraber şekillendirmişti.
     De Bunsen Komitesi, Osmanlı Devleti için gerçekleştirilebilecek olası 4 senaryo hazırladı:
1.      Osmanlı Devleti’nin ilhakı
2.      Osmanlı’yı kendi devletlerine ait nüfuz bölgelerine ayırmak
3.      Osmanlı İmparatorluğunu olduğu gibi muhafaza etmek ama hükumetini kendilerine tabi kılmak
4.      Merkezi otoritesiz olan Osmanlı’yı federe bir yapıya çevirip ülkeyi 5 federasyona bölmek
     Bu planlardan en çok çıkar sağlayabilecekleri ve dönemin koşullarına en uygun olanını seçmeye karar vermişlerdir. Seçtikleri plan ise Osmanlı Devleti’ni Suriye, Filistin, Ermenistan, Anadolu ve Irak (Mezopotamya) şeklinde beş federasyona bölme planıdır.
    İngiltere ve Fransa global siyasete sahip olduğundan dolayı çok yönlü politikalara sahiptir. Bu yüzden birçok yere el uzatmaktadırlar. Yine bunlardan birisi olan Sykes-Picot; 1. Dünya Savaşı sırasında öncelikli olarak Britanya ve Fransa arasında yapılan, sonrasında Rusya’nın da onayı ve istekleri belirlenen bir antlaşma taslağıdır. Ayrıca ileride İtalya’ya da onaylatılacak ve onlara da toprak vadedilecektir.
"Gelecekte Türklerin bu muazzam diyarları kötü bir şekilde idare etmelerine izin vermemeliyiz.”
-Lloyd George (Dönemin Britanya Başbakanı)
    Lakin bu antlaşma onlara göre tozpembe bir arka plan üzerine kurulu değildir. Sykes-Picot’tan daha önce İskenderun Limanı'ndan çıkarma yapıp Osmanlı’yı bitirmek isteyen İngiltere’nin bu planını veto eden bir Fransa vardı. Arası açılmış İngiltere ve Fransa var iken Gelibolu hezimetiyle bu dostluk biraz daha kopacak ve İngiltere’nin Sykes-Picot Antlaşması'ndan 17 gün önce Kut’ül Amare Kuşatması'nda bozguna uğraması ortamı biraz daha gerecektir.
    Osmanlı Devleti bu antlaşmanın herhangi bir tarafı olmamasına rağmen yapılan planın merkezinde yer almaktadır. Osmanlı'nın bu plandan haberi bile yoktu. Bu antlaşmanın farkına varması ise bütün global kamuoyu ile birlikte Bolşevik İhtilali'nin gerçekleşmesiyle olacaktır. Bolşevikler 1917 yılında (Sykes-Picot'un üzerinden 556 gün geçtikten sonra) bu antlaşmayı ayrıntılarıyla kamuoyuna sunacaktır.
     Tabii ki Orta Doğu mevzu bahis olduğu için büyük bir aktör de Araplardır. Sonradan işin içinde girecek olan Yahudiler ise bugün mevcut olan İsrail Devleti’nin temellerini atacaklardır.
     Antlaşma metni oldukça kısa ve planlanan harita cetvelle çizilmiş gibidir. 2 sayfadan oluşan bu sözleşmede harita ile ilgili ayrıntılara, ekonomik ve siyasi ayrıcalıklara değinilmiştir:

“Sir Edward Grey’in Cambon’a Mektubu (Gizli.) Dışişleri Bakanlığı, 16 Mayıs 1916

     Ekselansları, Bu ayın dokuzunda göndermiş olduğunuz mektubunuzu almak şerefine nail oldum. Mektubunuzda, Fransa Hükümeti’nin müstakbel bir Arap devletinin ya da Devletler Konfederasyonu’nun ve Suriye’nin Fransız çıkarlarının hâkim bulunduğu bölgelerinin sınırlarını kabul ettiğini; ama bunun, Londra ve Petrograd’taki son görüşmelerden çıkan sonuçlar gibi belirli koşullarla birlikte olacağını ifade ediyorsunuz. Ekselanslarına cevaben şunu belirtmeyi şeref sayarım ki, projenin şimdiki haliyle olduğu gibi kabul edilmesi, İngiliz çıkarlarından kayda değer ölçüde feragat edilmesi anlamına gelecektir; ama Majesteleri’nin Hükümeti Türkiye’de daha münasip bir iç siyasi ortam yaratılma- sının Müttefik davasına sağlayacağı yararı gördüğü için, şu anda varılan anlaşmayı kabul etmeye hazırdırlar. Şu şartla ki; Arapların işbirliği güvence altında olacak, Araplar koşulları yeri- ne getirecek ve Humus, Hama, Şam ve Halep şehirlerini ellerinde tutacaklardır. O halde, Fransız ve İngiliz Hükümetleri karşılıklı olarak şunları anlamaktadır:
1.       Fransa ve İngiltere ilişikteki haritada (A) ve (B) olarak işaretlenen bölgelerde, bir Arap liderin hükümdarlığı altında bağımsız bir Arap Devletini ya da bir Arap Devletler Konfederasyonu’nu tanıyacak ve destekleyeceklerdir. Fransa (A) bölgesinde, İngiltere (B) bölgesinde yerel fonlar ve girişim hakkı önceliğine sahip olacaklardır. Arap Devleti’nin ya da Arap Devletler Konfederasyonu’nun talebi üzerine Fransa sadece (A) bölgesinde, İngiltere sadece (B) bölge- sinde yabancı memur ya da danışman sağlayabileceklerdir.
2.       Mavi alanda Fransa’ya, kırmızı alanda İngiltere’ye arzu ettikleri ve Arap Devleti ya da Arap Devletler Konfederasyonu için uygun olduğunu düşündükleri, doğrudan ya da dolaylı idareyi ya da denetimi kurmalarına izin verilecektir.
3.       Kahverengi bölgede uluslararası bir idare tesis edilecektir. Bu idarenin biçimine Rus- ya, ardından diğer Müttefikler ve Mekke Şerifi’nin temsilcileriyle incelemeler yapıldıktan sonra karar verilecektir.
4.       İngiltere’ye, 1) Hayfa ve Akka limanları, 2) (A) bölgesindeki Fırat ve Dicle’den (B) bölgesine su tedariki garantisi verilecektir. Majesteleri‘nin Hükümeti, önceden Fransız Hükümeti’nin rızasını almaksızın, Kıbrıs’ın herhangi bir üçüncü güce bırakılması hususunda görüşmelere gitmeyeceğini taahhüt eder.
5.       İngiliz ticareti hususunda, İskenderun serbest liman olacak ve İngiliz gemiciliği ya da malları için fiyat ayrımı olmayacaktır. Fransa’nın malları için, bu mallar mavi bölge, (A) bölgesi ya da (B) bölgesinden yola çıksalar ya da buralara gelseler de, Hayfa’da ve kahverengi bölgede kalan İngiliz demir yollarında serbest geçiş hakkı olacaktır. Fransız mallarına hiçbir demiryolu üzerinde ya da Fransız gemilerine mezkûr bölgelere hizmet veren hiçbir limanda, dolaylı ya da doğrudan, ayrım yapılmayacaktır.
6.       Fırat Vadisi yoluyla Bağdat’ı Halep’e bağlayan bir demiryolu hattı tamamlanana ve sonra sadece iki hükümetin karşılıklı rızası sağlanana kadar, Bağdat Demiryolu (A) bölgesinde güneye doğru Musul’un ilerisine ve (B) bölgesinde kuzeye doğru Samara’nın ilerisine uzatılmayacaktır.
7.       İngiltere Hayfa’yı (B) bölgesine bağlayan bir demiryolu yapımı idaresi ve tek sahibi olma hakkına sahip olacaktır. Böyle bir hattı her zaman için askeri sevkiyat amacıyla kullanmak hakkı bakidir. İki hükümet tarafından da anlaşılmalıdır ki, bu hat Bağdat ve Hayfa’nın demiryoluyla birbirlerine bağlanmasını kolaylaştırmak için olacaktır. Şu da ayrıca bilinmelidir ki, şayet mühendislikten kaynaklanan zorluklar ve bu bağlantı hattını kahverengi bölgede tutmasının getir- diği masraflar projeyi uygulanamaz kılarsa, Fransa Hükümeti bahsi geçen demiryolunun (B) bölgesine ulaşmadan önce Banias-Keis MaribSalkhad Tell Otsda-Mesmie güzergâhını kat etme olasılığını değerlendirmeye hazır olacaktır.
8.       Hâlihazırdaki Türk gümrük tarifeleri, (A) ve (B) bölgelerinin yanı sıra tüm mavi ve kırmızı alanlarda da yirmi yıl süreyle yürürlükte kalacak ve iki güç arasında anlaşma sağlanmaksızın gümrük resmi oranlarında bir artış ya da kıymet üzerinden belirlenen oranlardan başka oranlara dönüşüm yapılmayacaktır. Yukarda bahsi geçen bölgelerin hiçbiri arasında gümrük sınırı olmayacaktır. Bölgeye gelen mallara uygulanabilecek gümrük vergileri limanda toplanacak ve bölge idaresine teslim edilecektir.
9.       Fransız Hükümeti hiçbir suretle, mavi bölgedeki haklarını Arap Devleti ya da Arap Devletler Konfederasyonu dışında bir üçüncü güce, Majesteleri’nin Hükümeti’yle önceden anlaşma sağlamadan vermeyecek ve bu hususta görüşmelere girmeyecektir. Majesteleri’nin Hükümeti de kırmızı bölgeye ilişkin olarak Fransız Hükümeti karşısında benzer taahhüdü üstlenecektir.
10.   İngiliz ve Fransız Hükümetleri, Arap Devleti’nin hamileri olarak, Arabistan yarımadasında toprak edinmeyecek ve bir üçüncü gücün toprak edinmesine rıza göstermeyeceklerdir. Bunun yanı sıra, bir üçüncü gücün, Kızıldeniz’in doğu kıyısında ya da adalarında deniz üssü kurmasına da rıza gösterilmeyecektir. Öte yandan, bu, Türklerin son zamanlarda sergilediği saldırganlığın sonucu olarak zorunluluk arz edebileceği üzere, Aden hududunda düzenlemeler yapılmasına engel değildir.
11.   Arap Devleti ya da Arap Devletler Konfederasyonu’nun sınırlarına ilişkin görüşmeler, bugüne kadar olduğu gibi iki güç adına aynı vasıtayla sürdürülecektir.
12.   Arap topraklarına silah ithalini denetlemeye yönelik önlemler iki Hükümet tarafından değerlendirilecektir.
     Anlaşmayı tamamlamak adına şunu da belirtmeyi şeref addederim ki; Majesteleri’nin Hükümeti Rus Hükümeti’ne, bu ikincisiyle Ekselanslarının Hükümeti’nin 26 Nisan tarihinde yaptığına benzer biçimde, Hükümet mektuplarının değiş tokuşunu teklif etmektedir. Bu mektupların nüshaları, değiş tokuş gerçekleşir gerçekleşmez, Ekselanslarımıza iletilecektir. Ekselanslarınıza şunu da hatırlatmak isterim ki; bu anlaşmanın sonuca bağlanmasıyla birlikte, pratik nedenlerle, İtalya ve Müttefikler arasında 26 Nisan 1915 tarihinde yapılan anlaşmanın 9. Maddesine göre, İtalya’nın Asya Türkiye’si üzerinde yapılacak herhangi bir taksimat ya da yeniden düzenlemede pay hakkı sorunu doğmaktadır. Majesteleri’nin Hükümeti ayrıca Japon Hükümeti’nin de şu anda varılan anlaşmadan haberdar edilmesi gerektiğini düşünmektedir.”




Harita: Sykes- Picot Antlaşması ile bölünen Ortadoğu

    Haritadan da görülebileceği üzere Osmanlı, İç Anadolu’da küçük bir yere sıkıştırılmıştır. Kırmızı ile işaretlenmiş yer direk Britanya hakimiyetini gösterirken, (B) ile işaretlenmiş bölge İngiltere nüfuzuna ve etkisine sahip Arap bölgesidir. İngiltere açısından Kerkük’ün kendi etki alanı sınırlarında olması üzerine dikkatinizi çekmek isterim. Ayrıca Filistin’de küçük bir bölgede de İngiliz hakimiyeti gösterilmiştir. Küçük bölge dediysem inanmayın, orası Hayfa ve Akka limanlarını barındırır.(Günümüzde İsrail’in en büyük uluslararası limanlarındandır.) Bu limanların önemine yazının ilerleyen kısımlarında değineceğiz.
    Mavi ile gösterilen bölge direk Fransa hakimiyetini belirtmektedir. (A) ile işaretlenmiş bölge ise Fransa nüfuzuna ve etkisine sahip Arap bölgesidir. Yine Fransa açısından bakacak olursak Doğu Akdeniz kıyı şeridinin çoğunun sahibi olması ve Musul’un kendi etki alanında olması dikkatinizi çekmek istediğim hususlardan bazılarıdır.
     Yeşil bölge İtalyan hakimiyeti ve (C) bölgesi İtalyan etkisi altındaki bölge olarak haritada belirlenmiştir. Sarı bölge ise Rus hakimiyetini göstermektedir. İstanbul bölgesi görüleceği üzere Rusya’ya devredilmiştir. Asıl önemlisi doğuda Rus etkisi altında bir Ermenistan sınırı çizilmiştir. Bu sınırların günümüzde bile hala tartışma konusu olduğu unutulmamalıdır. Ayrıca dikkat edilmesi gereken bir başka konu ise İngiltere’nin Rusya ile arasına Fransa’yı yerleştirme stratejisidir.
    Filistin ise görüleceği üzere turuncu ile işaretlenmiştir. Çünkü bu topraklar üzerine kesin bir uzlaşmaya varılamamıştır. Bu nedenlerden dolayı uluslararası bir yönetim öngörülmüştür.

İngiltere ile Fransa’nın amacı ve İskenderun Limanı Sorunu
    İngiltere asıl olarak Filistin, Suriye ve Irak'ta bağımsız (ama kendi piyonları olabilecek) bir Arap devleti kurmayı düşünüyordu. Çünkü o dönem kendi mandası olan Mısır’ı ve Hindistan’ı güvende tutmalıydı. Mısır'ı güvende tutmanın önemli bir yolu Akdeniz kıyı şeridini yani İskenderun ve Filistin’i elde tutmaktı.
     –İskenderun’un Yunanca’sı “Alexandretta” şeklinde geçer. Yani bir nevi “Küçük İskenderiye” demektir.–
     Kahire’de bulunan bir İngiliz astsubayı şöyle diyordu: “Bir donanmanın Mısır’a karşı harekata başlayabileceği tek yer İskenderun.”
     “İskenderun mükemmel bir doğal deniz üssü. Biz, bu üssü istemiyoruz ama başka kimse de bize zarar vermeden ona sahip olamaz.” Bu sözleri söyleyen ise İngiliz astsubayı T.E. Lawrence’tan başkası değildi.
    Ayrıca İstanbul’da mevcut bulunacak Rusya tehditine karşı da İskenderun Limanı(Alexandretta) hayati öneme sahipti. Dönemin Britanya Deniz Kuvvetleri Komutanı Winston Churchill, Rusya’nın İstanbul’u kontrol etmesi tehditine karşı İskenderun Limanı'nın(Alexandretta) alınıp tarihi Babil sınırının Akdeniz’e uzatılması gerektiğini savunuyordu. Lakin İngiltere bu planı uygulayamayacaktı. Çünkü Britanya’nın çıkarlarının olduğu yerde Fransa’nın da çıkarları vardı ve daha da önemlisi bu bölgeyi Fransa’ya vadetmişti. Bu vaadin bozulması ise dostluğun bitişi demekti.
    Suriye ve Filistin, Fransa için tarihi ve romantik bir öneme sahiptir. Ayrıca Fransızlar kendini Şark’ın Hristiyan gücü olarak görmektelerdi. Bu yüzden Fransa, Suriye ve İskenderun Limanı'nın çevresini yani özellikle Doğu Akdeniz sahil kısmını istiyordu. Bu romantiklik, haçlı ordularının asırlar evvel Türklere karşı yaptıklarından farksızdır. Fransa zannediyorum kendini haçlı ordusunun yarım bıraktığı işi bitirmek için adamıştı. Zaten ileriki dönemde Suriye’ye girecek olan Fransa’nın ünlü generali, Doğu’nun en ünlü kumandanlarından olan Selahaddin Eyyubi’nin türbesine gidecek ve şöyle diyecektir: “Selahaddin, geri döndük.”
    İngiltere tabii ki Mısır Mandasını savunmasız bırakacak olan İskenderiye Limanı’nı kaybetmeyi öylece göze alacak değildi. Önceden bahsettiğim gibi Fransa ile İngiltere’nin arasını açan bir takım olaylar vardı. Bu tip anlaşmazlıklar yüzünden dostluk bağları iyice kopan iki ülke arasında gerek medya yoluyla gerek diplomatik yollarla bir takım çatışmalar yaşanıyordu. Bu tip çatışmalar ikiliyi iyice gerecek, İskenderun ve çevresi sorunuyla ilgili tarafları sertleştirecektir. T.E. Lawrence: “Suriye konusunda düşman Türkler değil Fransızlardır.” Lakin bu soruna daha farklı bir çözüm bulundu.

    İskenderun Limanı'nı vadettiği Fransa ile arasını bozmak istemeyen İngiltere yeni bir çözüm buldu. Çünkü bulmak zorundaydı. Aslında “Fransa ile arasını bozmamak” gibi bir tabir kullanılıyor ama bu tek neden olamaz. Çünkü emperyal çıkarlarının başladığı yerde Fransa’yı dinleyecek değildi. Lakin Fransa’nın dostluğu çıkarlara daha ağır basmıştır, doğal olarak.
     Fransa Donanma Bakanı Victor Augagneur, Winston Churchill ile yaptığı toplantıda Çanakkale seferine Fransa’nın katılma şartı olarak İngilizlerin İskenderun bölgesine yerleşme planlarından vazgeçmesini şart koşmuştu.
    Bu tip nedenlerden ötürü İngiltere’nin bulduğu yeni çözüm ise Akka ve Hayfa limanlarını istemek oldu ve bu konuda başarılı da olmuştur. Akka ve Hayfa limanlarını almayı kabul ettirmesi bir başarıdır. Çünkü burası Filistin -yani o dönem planlanan uluslararası yönetim- içerisinde bulunuyordu. Buradan başlatacağı demir yolu ile Mezopotamya’yı Akdeniz’e bağlayacaktı. Bu hat, Hindistan’a direk ulaşacaktı. Böylece hem Hindistan yolunun ikmali ve güvenliği sağlanıyordu hem de Rusya ile arasına Fransa’yı yerleştirmiş oluyordu. İskenderun da böylece Fransa’ya tekrardan bırakılmış oldu. Oldukça güzel bir çözüm…
    Ayrıca bu tip sorunlara yol açan ve birçok batı ülkesinin çıkarlarını besleyen İskenderun Limanı yani Hatay’ın 1939’da Türkiye’ye katılması bir başarıdır.


    Milliyetçilik akımından etkilenmiş bir takım Arap unsurlar da Osmanlı’dan ayrılmak istiyorlardı. Bulundukları bölge ise Mezopotamya gibi tabiri caiz ise “cennet” topraklarıydı. Özellikle İngiltere ve Fransa’nın o dönemde Osmanlı toprağı olan bu bölgelerde büyük çıkarları bulunuyordu.
    İngiltere Araplara askeri, siyasi, maddi her türlü desteği verdi. Onlara bağımsızlık vadetti. Burada önemli birkaç nokta bulunuyor. İngiltere 1.Dünya Savaşı'nın ortasında olduğunun pek tabii bilincindeydi. Gelibolu’da ve Kut’ül Amare’de yenilmişti. Bir seçim yapmak zorunda kalmıştı. Ya Araplara toprak vadedecekti ya da Araplar Osmanlı’nın cihat fetvasına uyacak ve Osmanlı’nın yanında savaşa girecekti. Bu ayrımın ortasında olduğunun farkındaydı. Bu, İngiltere için büyük bir yenilgiye sebep olabilirdi. Tabii ki İngiltere bu fırsatı kaçıramazdı.
     Aynı zamanda belirli stratejik yerler dışındaki toprakları Araplara vermek Fransa’nın emellerini de kısıtlamak anlamına geliyordu. Dostluk denen şey ülke menfaati girdiği zaman bitiyor muydu?
    İngiltere, Araplara vadedilen bölgelerde onlara bağımsızlık vermeye çalışıyordu. Lakin Fransa ile antlaşmalarına göre bu ters bir durumdu. İngiltere bu süreç içerisinde Araplar ve Fransızlar arasında tilki dansı yapıyordu. Araplara gizli destek sağlayıp aynı zamanda Fransa ile arasını iyi tutmalıydı. Mesela daha ileride olacak olan Britanya'nın Araplara Bağdat'ta özerklik verme planı hemen gerçekleşmeyecekti. Çünkü Fransa'dan korkuyorlardı. Sakın Fransa'nın dostluğunu kaybedeceklerinden korkuyorlar sanmayın. Böyle bir özerklik verilir ise Fransızlar İngiltere'nin istediği Musul ve Filistin petrol sahasını Milletler Cemiyetinde veto edebilirdi. Böyle bir şeyin olmasını İngiltere tabi ki istemeyecektir. Fransa ise kendilerinin ele geçirecekleri toprakların bazılarının Araplara vadedildiğini sonraları öğrenecekti.
    İngiltere bölgede bağımsız bir Arap unsuru olması için çok çalıştı. Osmanlı’nın cihat çağrısını bastırmak zorundaydı. Bu çağrıyı bastırmak için ise en ideal kişi Şerif Hüseyin’den başkası olamazdı. Çünkü Şerif Hüseyin doğrudan peygamber soyundan geliyordu. İngiltere’nin Mısır Valisi Henry McMahon’un Doğu Müsteşarı olan Ronald Storrs ise Şerif Hüseyin için şöyle söylecekti: “Dünyevi gücü olmayan, soyundan gelen hakkıyla ruhani bir papa olacak.

Filistin’i Kim Yönetecek?
    Filistin yönetiminin kime kalacağı ise başlı başına bir sorundu. 3 dinin de kutsal saydıkları topraklarda İngiltere ve Fransa’nın hak talep etmesi oldukça anlaşılabilir bir şeydir.
     Tabii ki Filistin gibi zengin tarihi unsuru barındıran coğrafyada iki tarafın antlaşması mümkün olmadı ve Filistin’i uluslararası bir yönetime bıraktılar. Bu sonuçtan iki taraf da memnun değildi. Lakin iki taraf da diğer tarafın üstünlüğünü kabul etmeyi göze alamıyordu.

    Gelecekte aynı emperyal gücünü devam ettirmek isteyen İngiltere, bu gücün petrolden geçtiğini çok iyi biliyordu. Almanların o dönem yaptığı çalışmalar göstermişti ki Musul muhteşem petrol kaynaklarına sahipti. İngiltere kesinlikle burayı kontrol etmeliydi. Zaten İngiltere Hükümeti, ülkesinde mevcut bulunan muhalefeti -ki bu muhalefet, savaşın sürüp gitmesiyle finansal olarak çökmeye başlayan bir İngiltere'den yakınıyordu- gelecekteki petrol üretiminin kazançlarıyla İngiltere'nin kaybedeceği finansal açığın kapatılacağını söylüyordu. Lakin bir sıkıntı vardı. Sykes-Picot ile kumun üstüne cetvelle çekilen sınırda Musul üstte yani Fransa’da, Kerkük ise altta yani İngiltere’de kalmıştı. Ama İngiltere, bu sorunu daha sonraları Clamenceau-Lloyd George Antlaşmasıyla çözecek ve Musul’un kendisinde kalmasını sağlayacaktı.
    Geriye kalan asıl problem ise, aynı dönemde Amerika’da bulunan Woodrow Wilson idi. İngiltere, emperyalist politikalara karşı çıkan Wilson’dan gelebilecek bir eleştiriden çekinmemiş değildi. Ve tabii ki konu petrol olunca İngiltere, Türkiye ile ateşkes ilan edildikten 3 gün sonra 3 Kasım'da Musul’u işgal etti.
    İngiltere, Wilson tarafından çok ağır bir eleştiriye maruz kaldı. Wilson, barış koşullarından Britanya’nın kâr elde etmesine ciddi bir biçimde karşı olduğunu belirtmişti. Filistin ve Mezopotamya’da bir İngiliz mandasına asla izin vermeyeceğinin haberleri İngiliz hükümetini oldukça kaygılandırmıştı. İngiltere bu politikasını değiştirmeye yöneldi. Musul madem onların yönetiminde kalamayacaktı, o zaman orada güçsüz bir Arap hükümeti bulunmalıydı…

Ufukta Bir Yahudi Devleti Görülüyor
    İngiltere ve Fransa'nın emellerini besleyen ve hayallerini süsleyen Filistin, daha önce belirtildiği gibi uluslararası bir yönetime bırakılmıştı. Savaş uzuyor ve barış sürecinden gitgide uzaklaşılıyordu. Bir yanda Arap faktörü diğer yanda Fransa faktörü ve öbür taraftan ise Amerika faktörüyle uğraşan İngiltere yorulmaya başlamıştı. Ayrıca Filistin’de bir Fransa unsuru olması kesinlikle İngiltere’nin emperyal çıkarlarıyla örtüşmüyordu. Tam da burada İngiltere, Filistin politikasını değiştirecektir. İngiltere, uluslararası yönetime bırakılması sonucunu lehine çevirmek için bu bölgede birden Yahudiliği desteklemeye başlayacaktır. Böylelikle Fransa’nın bölgedeki çıkarlarına bir darbe indirmiş olacaktı. Daha da önemlisi, bu şekilde Yahudileri destekleyerek arkalarına Yahudi desteği almış olacaklardı. Amerika’da büyük bir Yahudi nüfusu bulunuyordu. Ve Britanya böylelikle Wilson’un “anti-emperyalist” tavrına uymuş görünecek ve Wilson’u “susturacaktı.” Ayrıca Rusya ve Almanya Yahudilerinin de sempatisini kazanacaklardı. Yahudilerin rüyalarını gerçekleştirecekleri için Britanya’ya minnettar olacaklarını düşünmüşlerdi.
     Bütün Yahudi tarafı ve Amerika bu projeye sıcak baktı ve destek verdi. Çünkü bölgede bir Musevi devleti bulunması Batı’nın Orta Doğu politikalarını sağlamlaştıracaktı. Her şey güzel gibi görünse de diğer yandan Araplar’ın bu hamleye çok sinirleneceği aşikar idi. Gerçekten de çok sinirlendiler, fakat Balfour Deklerasyonu yapılacak ve İsrail Devleti ufukta görülecekti.

Fransa’nın Sykes-Picot İle Aldığı Suriye Mandasında Gelecekte Olanlar
    Bu konu mevzu bahisken Fransa’nın Suriye’de yapmış olduğu şeylere değinmemek olmazdı. Fransa, bu bölgeyi olabildiğince etnik ve dini parçalara bölmek amacıyla çalışıyordu. Zaten parçalara ayrılmış bölgede olan ayrıştırmaları arttırıyordu. Çünkü ne kadar çok ayrıştırma yaparsa o kadar çok başarılı olacaktı. Ne kadar farklı unsur bölgesi olursa, gelecekte o kadar güçsüz bir Suriye ve Orta Doğu olacaktı. Lübnan’a Hristiyan unsurları doldurmaya çalışacak, Suriye’yi 4 farklı bölgeye bölecek olan Fransa bu yaptıklarında başarılı olacaktır.
    Kuzeyde Halep(Aleppo), batıda Alevi bölgesi(Alawie), merkezde Şam(Damascus) ve güneyde Cebel el-Dürzi(Jabal Druze) şeklinde dört bölgeye ayrılmış olacak olan Suriye’de bunun etkileri günümüze kadar tüm şiddetiyle yansıyacak ve bölgeyi kan götürecektir. Bu bölgeler farklı etnik yapılanmaya daha önce de sahipti lakin buralarda mevcut bulunan dini ve etnik ayrımın arttırılması politikası, bölgedeki çatışmayı ve ayrışmayı hızlandırmıştır. Bu yapılan etnik ve dini bölgesel ayrım bugün Suriye bölgesinde aktif savaşın nedenlerindendir.

Sonuç
    Sykes-Picot Antlaşması tam anlamıyla uygulanamamış olsa dahi bugün bile etkileri sürmektedir. Bu antlaşmanın bütünüyle uygulanamamasında Türk Kurtuluş Savaşı ve Bolşevik İhtilali'nin payı varsa bile Sykes-Picot’un zamanın ruhuna uygun olmaması da tam anlamıyla uygulanamamasının önündeki engellerdendir.
     Özellikle Filistin’de Fransa ve İngiltere’nin karşılıklı çıkar çatışması sonucu gerçekleştirilen siyasi olaylar günümüzde etkileri hala ağırlıkla hissedilen Müslüman-Yahudi çatışmasının bir numaralı tarihi arka planını oluşturmaktadır.
    Çizilen sınırlara bakıldığında, bu antlaşmanın aslında ileride yapılacak olacak olan Balfour Deklarasyonu, Paris Barış antlaşması, Sevr Antlaşması ve San Remo Konferansı gibi planların hazırlığı olduğu bariz bir şekilde görülmektedir.
    Batı’nın cetvelle çizdiği topraklar, bu gibi emperyal çıkarlara maruz kaldığından dolayı, bugün bile savaş ve korkunun etkilerini derinden hissetmektedir. Bu tip bir antlaşmanın varlığı bize göstermektedir ki Batı’nın Orta Doğu üzerindeki emelleri, çıkarları ve istekleri oldukça büyüktür. Tarih her gün kendisine yeni olaylar katmaya devam ediyor ve edecektir. Bu antlaşma ne bir başlangıçtı ne de bir son oldu. Sykes-Picot, sonu görülemeyen bir mücadelenin yalnızca kendini belli eden bir gölgesidir…






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder