21 Aralık 2020 Pazartesi

ÖRGÜTSEL DAVRANIŞ

 

Bölüm 4: Örgüt İçinde Birey ve Kişilik

Özet





Giriş

Birey, sözlükte toplumu oluşturan ve topluluk içerisinde bağımsız bir varlığı olan, düşünsel, duygusal, istençsel nitelikleri toplum içinde belirlenen insanların her biri, fert, olarak tanımlanır. Kişilik, bireyin toplumsal yaşam içerisinde edindiği işler durumdaki bedensel ve ruhsal özelliklerinin kendi özünü oluşturan, kuran, kişiyi kişi yapan alışkanlıklar ve davranış biçimlerinin tümüdür. Kişilik kavramını oluşturan üç temel özellik önem taşır. Bunlar; benzersiz veya kendine özgü olması, tutarlılık ve değişmezlik-durağanlıktır. 

Benzersizlik, kişinin davranış ve tutumlarının diğer insanlardan farklı oluşunu açıklar. Her birey kendine özgü, benzersiz ve tektir. Birebir aynı özelliklere, davranışlara sahip iki birey veya kişilik yoktur.

Tutarlılık, çevresel koşullar değişse de farklı ortam ve durumlarda da bireyin benzer biçimde hareket emmesi beklenir. Yani iddialı biri her yerde iddialı, çekingen biri her yerde çekingen ve omurgasızlık kişiliğine oturmuş bir kişi her yerde omurgasızdır.

Durağanlık, kişilik her durum ve koşulda tutarlı ve aynı tepkiler, davranışlar sergiler. Kişinin bir olaya bakış açısı, tepkisi her zaman benzerlik gösterir. 

Kişiliğin Doğası ve İş Hayatındaki Önemi

Kişilik dilimizde çok kullanılan kelimelerdendir. Doğru veya yanlış, farklı olay veya durumlar üzerinden insanlar için kullanıyoruz. Birine kişiliksiz derken onun sönük bir karakter olduğunu, bazen de birinin iyi bir kişiliğe sahip olduğunu söylerken onun arkadaş canlısı biri olduğunu kastederiz. 

Bireyin kişiliği iş hayatında önemlidir ve yöneticiler çalışanların kişiliğini önemser ve göz önünde bulundurur. Bireyin davranışları, kişiliği onun işteki verimini etkiler. Statü kazanma arzusu içinde olan bir birey ona bu kazanımı sağlayacak fırsatları arayıp değerlendirir.

Kişiliğin Oluşumunu Etkileyen Faktörler

Kişiliğin nasıl oluştuğunu anlamak ve gerçek bir sonuca varmak zordur. Ancak kişilik oluşumuna etki eden faktörlerin genelde kalıtımsal veya çevresel olduğunu söyleyebiliriz. Kluckhohn ve Murray kişilik ile ilgili üç farklı açıklamada bulunmuştur:

  1. Bireyin diğer insanlara benzer ve benzer davranabilir

  2. Birey bazı insanlara benzer ve onlar gibi davranabilir

  3. Birey hiç kimseye benzemez ve özgün bir davranış biçim sergiler

Yapılan gözlemler sonucu üç temel faktörün bireyde kişilik oluşumuna etkisinin olduğu sonucuna ulaşılabilir. Bunlar biyolojik, kültürel ve sosyal faktörlerdir. Biyolojik faktörler dendiğinde akla genetik kökenlerden gelen etkenlerdir. Kültürel faktörler ise kişinin yaşadığı kültürde yaşam tarzı, siyasi ve dini yapı, toplumsal tabakalar vb. birçok etmenden oluşmaktadır. Sosyal faktörler için bireysellik de diyebiliriz. Küçük yaşta anne babasını kaybeden bir çocuğun yetişme tarzı ve sosyal çevresi onun gelişimine önemli etkiler yapacaktır.

DÖNEM KAVRAMI

Kişiliğin oluşumu hakkında bir diğer yaklaşım ise kişilik oluşumunu dönemsel olarak analiz etmektedir. Bu bakış açısının üç önemli kuramcısı Sigmund Freud, Eric Erikson ve Jean Piaget’tir.

Psikoanalitik kuramın kurucusu olan Freud’a göre davranışları bilinçaltı güdüleri tayin eder. Buna göre cinsellik ve saldırganlık olarak gün yüzüne çıkan davranışlar, içgüdüsel dürtüler ile sosyal engeller arasındaki çatışmadan kaynaklanır. Freud insan kişiliğinin beş dönemden geçerek geliştiğini öne sürer. Bunlar:

  1. Oral Dönem(0-1)

  2. Anal Dönem(1-3)

  3. Fallik Dönem(3-6)

  4. Latens Dönem(6-11)

  5. Genital Dönem(11 yaş sonrası)

Böylece kişilik, bağımlı, zorlayıcı, odipal ve olgunluk dönemlerinden geçerek oluşur. 

Eric Erikson, Freud’un kuramını kabullenmekle birlikte iki noktada farklı düşünmektedir. İlk olarak Erikson bireylerin kişilik oluşumunda sosyal çevrenin de önemli bir etken olduğunu savunmaktadır. İkinci olarak Freud’un beşli dönemsel gelişim teorisine yetişkinlik, olgunluk ve yaşlılık dönemlerini de ekleyerek kişilik oluşumunun ömür boyu devam eden bir gelişiminden bahseder. Bu bakış açısını örgüt ortamına uyarlamak mümkündür. Örgüte yeni dahil olan bir birey yaşadığı sorunları ve geçirdiği tecrübelerden başarılı bir şekilde üstesinden gelirse olgunlaşır ve örgüte bağlılığı artar.


Treyt ve Tip Kuramları

Kişilik konusundaki çalışmalarda bireyin temel özelliklerini gösteren karakteristikler üzerinde durulmaktadır. Bunlar arasında ön plana çıkanlar, utangaçlık, saldırganlık, uysallık, tembellik, isteklilik, güvenirlik ve sakinlik olarak belirlenmiştir. Bu karakteristik davranışlar süreklilik arz ederse bunlara treyt denmektedir. Bu treytlerin sayısı çok fazla olduğu için ayırması güç bir durumdur. Bir çalışmada tek bir kişiye ait 17953 treyt tespit edilmiştir. Bu treytler derlenerek dört tip kişilik tespit edilmiştir.


Şekil 1: Dört Tip Hipotezi


                                          Yüksek Kaygı                                            Düşük Kaygı




Dış’a Dönük


Gergin, heyecanlı, değişken, sıcakkanlı, sosyal ve bağımlı


Kapalı, itimat edilir, uyumlu, soğukkanlı, sosyal ve bağımlı



İç’e Dönük


Gergin, heyecanlı, değişken, soğuk ve utangaç


Kapalı, güvenli, itimat edilir, uyumlu, sakin, soğuk ve utangaç







KİŞİLİĞİN BEŞ BÜYÜK BOYUTU


Yapılan araştırmalarda kişilikle ilgili pek çok treyt geliştirilmiştir. Platon zamanlarında günümüze kadar araştırmacılar çeşitli listeler oluşturmuştur. İnsanları kişiliklerini açıklamak için binlerce kelimenin kullanıldığı Webster’s Sözlüğüne bakarak konunun genişliği anlaşılabilir. Bu kelimeler benzerlikleri kullanılarak birbirinden ayrı 171 farklı kişilik belirlenmiştir. Bir takım gelişmiş teknikler kullanılarak liste daraltılmış ve “Kişiliğin Beş Temel Boyutu” ortaya çıkmıştır. 

  • Bilinçli, tedbirli tip: Dikkatli, uyumlu, özdisiplini yüksek, sorumlu, bağımlı.

  • Duygusal tutarlılık: Sakin, güvenli, rahat

  • Deneyime açık olma veya deneyici tip: Hassas, esnek, yaratıcı, meraklı, açık görüşlü

  • Uyumluluk: İyi huylu, güvenilir, yardımsever, empatik

  • Dışa dönüklük: Dışa kolay açılabilen, konuşkan, sosyal, kararlı


Otoriter Kişilik

Otoriter kişilik örgüt-toplum içerisindeki insanlar arasında bir statü ve güç farklılığı olması gerektiğine inanan kişilerdir. Otoriter kişiliklerin katı kuralları olur, insanları yargılar, kendinden üstün olan kişilere farklı görünmeye çalışır, ancak altında gördüğü kişileri ezer, güvenilirliği tartışılır, değişimden yana olmayan kişilerdir. Kitapta dünyada az sayıda otoriter kişilik olduğu söyleniyor ama ben öyle düşünmüyorum. Otoriter kişiliği baskın olan insanlar vardır bir de otoriter yönü ön plana, baskın duruma geçememiş insanlar vardır. Güç elde edildiğinde otoriter olmayacak insan yoktur. 

Makyavelizm

Makyavelist kişiliğe sahip bir kişi pragmatist, amacı doğrultusunda sonuca götüren her yolun mubah olduğunu savunur. İstenilen sonucu alınmasını sağlıyorsa, bu uğurda her yol ve yöntem denenebilir bunda bir sorun görülmemektedir. Makyavelist kişilik başkalarını kullanan, daha çok kazanmak isteyen, ikna edilmesi kolay olmayan ancak başkalarını ikna etmekte başarılı olan kişidir.








Stanford Hapishanesi Deneyi

https://evrimagaci.org/public/uploads/images/Sinirbilim%20Psikoloji%20Etoloji/73_4180fbd9f70c2e64ff23d19710650babjpg.jpg

1971 yılında Philip Zimbardo isimli bir sosyal psikolog,  The Power And Pathology Of Imprisonment (Güç ve Hapsedilmenin Patolojisi) isimli çalışmasında insanların sosyal rollere nasıl tepki verdiğine dair bir deney düzenlemeye karar verdi. Stanford Üniversitesi Psikoloji Departmanı'nın bodrum katında inşa edilen sahte bir hapishanede, 2 hafta sürecek bir deney tasarladı. Gardiyanlar ve mahkumlar olarak rol biçtiği 24 erkek öğrenciyi kullandı bu deneyde. Deneklerin hangi role sahip olacaklarını onlardan habersiz tasarlayan Zimbardo, deneklere 2012 parasıyla gün başına 85 dolar alacaklarını da bildirdi.

“Mahkumlar üzerinde can sıkıntısı hissi yaratabilirsiniz, bir dereceye kadar korku yaratabilirsiniz ve onların hayatlarını tamamen rastgele güçler tarafından, sistem tarafından, sizler ve bizler tarafından kontrol edildiği hissine kapılmalarını sağlayabilirsiniz. Ve kesinlikle özel hayatları olmayacak. Onların bireyselliklerini çeşitli yollarla ellerinden alacağız. Genellikle bunun sonucunda, kendilerini güçsüz hissederler, bunu bekliyoruz. Yani bunun sonucunda, biz tüm güce sahip olacağız, onlarsa hiçbir güce...”

Tasarladığı deneyin tutarlılığı için gardiyan rolündeki öğrencilerle yaptığı konuşma.

Gerçek bir hapishane ortamının sağlanabilmesi için her şey gerçekçi olmalıydı. Mahkum rolündeki öğrenciler deney günü sabahtan habersiz bir şekilde, anlaşılmış polisler tarafından silahlı soygun suçundan tutuklanmış, tüm gerçek prosedürler uygulanmıştı. Gardiyan ve mahkum öğrenciler rollerinin gereği kıyafet ve ekipmanlarla donatılmıştı. Deneyin yapılması için her şart yerine getiriliyor ve Zimbardo da hapishane müdürü rolüne girmişti.

Müdürün direktiflerinden güç alan gardiyanlar sosyal rollerine çabuk adapte oldular. Sorunsuz geçen ilk günün ardından ikinci günde sorunlar başlamış mahkumlar dışarıda kendileri ile aynı statüye sahip olan gardiyanların emirlerine uymamaya, isyan etme başladılar. Gardiyanlar buna karşılık olarak baskılarını artırdılar, isyan etmeyen “uysal” mahkumları ödüllendirdiler. Kendi oluşturdukları karanlık odalarda mahkumları sindirmeye çalışan gardiyanlar gücün tadını almaya ve güçlerini daha sert biçimde kullanmaya başladılar.

Deney planlandığı gibi gitmedi altıncı gününde sonlandırılmak zorunda kalındı. Tamamen rol yapması gereken gardiyanlar kendilerini güçlü rollerine kaptırmış ve baskının dozunu artırmışlar. Mahkumlar ise gün geçtikçe sinik ve korkak bir ruh haline bürünmüşler. Bu sonuç hapishane müdürü Zimbardo için de şaşırtıcı olmuş.

Bu deney, toplumun insanlara biçtikleri rollerin insanlar tarafından nasıl sahiplenildiği ve o rolün etkisine nasıl kapıldıklarını, kontrolsüz bir şekilde rolünün gereğini yerine getirdiklerini net bir şekilde göstermiştir. Bu ve benzeri konuları işleyen bir çok akademik çalışma, kitap ve film vardır. Neredeyse her deneysel çalışmada insanların kendilerine biçilen rolleri sahiplendikleri ve rollerinin gereklerini tartışmasız nasıl yerine getirdiklerini görebiliyoruz.

The Wave (2008) isimli bir filmden örnek vermek isterim. Film 1967’de Kaliforniya’da Cubberley Lisesinde, lise ikinci sınıf öğrencileri üzerinde denenen bir deneyden esinlenmiştir. Deneyin amacı demokratik toplumlarda bile faşizme karşı bağışıklığın olmadığını ispat etmektir. Deneyin mottosu “ disiplinden, birlikten, hareketten ve gururdan gelen güç” olarak belirlenmiş. Deneyin içeriği iyi kayıt altına alınamamış ama daha sonraki röportajlar, okul gazetesinde hakkında çıkan haberlerden bilgi edinilebilmiş. Filmde ise lise öğrencilerinin hiç böyle bir eğilimi yokken sürü dayanışmasıyla gelmiş gücün nasıl sonuçlar doğurabileceği işlenmiştir.

Ülkemizde de bu sosyal sınıf ve gücün insanlar üzerinde ki etkilerini tarihsel olarak da canlı olarak da görebilmekteyiz. Verilen yetkileri üst sınırına kadar kullanmak isteyen ve sınırı aşan insanlarla ilgili bir çok haber ve benzeri yayın bulabiliriz. Örnekler saymakla bitmez, sonuç olarak güce tahammül edebilen bir insan bulmak zor. Yüzüklerin efendisinde yüzüğün verdiği güç ne krallar tüketmiş, Frodo’ya nasip olmuş o gücü yok etmek tabi Sam yoldaşı da unutmamak lazım    



Pygmalion Etkisi

(Kendi Kendini Gerçekleştiren Kehanet)

“İster yapabileceğini düşün, ister yapamayacağını düşün… Her halükarda haklısın.”  Henry Ford

Pygmalion isminin kaynağı, mitolojiye göre eski Kıbrıs prensi ve heykeltıraş olan Pygmalion ideal dişiyi temsil eden bir kadın heykeli yapmaya başlıyor. Bir süre sonra bu heykel o kadar güzel oluyor ki Pygmalion bu heykele aşık oluyor ve tanrılara yalvarmaya başlıyor heykele can verilmesi için. Heykele gerçek bir kadın gibi davranıyor. Tanrılar sesini duyuyor ve heykeli gerçek kadına dönüştürüyorlar. Pygmalion’un heykele davranış tarzı, sevgisi ve inancı heykeli kadına dönüştürüyor.

İnsanlara davranış tarzımız, onlardan beklentilerimiz onların performansına, başarısına etki ediyor mu? Bu soruya gerek okullarda gerek iş yerlerinde cevaplar aranmış ve sayısız çalışma yapılmıştır. Bu çalışmalar Pygmalion etkisinin gerçekten de var olduğunu ortaya koymuştur. Bu çalışmalardan bilinir olanlarından biri sosyal psikologlar Rosenthal ve Jacobson tarafından 1968’de gerçekleştiriliyor. Deneyde bir sınıfta IQ testi yapılıyor ve öğretmenlere ilk 10 öğrencinin ismi veriliyor. Ancak bu 10 kişi sıralamadaki 10 kişi değil rasgele seçilmişlerdir. Buna karşın artık bu on kişi öğretmenlerin gözünde zeki olanlardır. Yıl sonunda tekrar IQ testi yapılır ve bu on kişinin sonuçlarında belirgin bir şekilde ilerleme görülmüştür. Öğretmenler, gözlerinde zeki olan öğrencilere karşı tutumları, davranışları ve beklentileri olumlu yönde değişmiş ve bunu öğrencilere de yansıtmışlardır. Öğrencilere de özgüven gelmiş ve başarı sağlanmış.

Golem Etkisi: Pygmalion etkisinin tam tersi olarak geçer. Olumlu beklentiler olumlu davranışın sönmesine sebep olur, oluşmasını ve ilerlemesini durdurabilir.

İster iyi düşünelim ister kötü her türlü sonuç düşündüğümüz gibi olur. Golem ve Pygmalion etkilerinin temel mantığı budur. Bu kavramlardan haberi olamadan yüzyıllar boyunca insanlar bu kavramların tanımlarını hayatlarında görerek yaşamışlardır. “İçimde kötü bir his var bugün” deyip o gününün kötü geçeceğini düşünen insanın genelde o günü kötü geçmiştir veya tam tersi de geçerlidir. Her kültürde bu etkiler ile alakalı bir çok deyim, atasözü, hikaye vb. birçok anlatım vardır. Her bir anlatımın arkasında tarihsel tecrübeler vardır.






TÜRKİYE’DE SAĞLIK SEKTÖRÜ



Giriş

Sağlık Hakkı

1948 Dünya Sağlık Örgütü Tüzüğü’ne göre sağlığın tanımı

  • Sağlık sadece bir sakatlığın veya hastalığın bulunmamasıyla değil, ruhen, toplumsal ve fiziksel refahın da sağlanması durumudur.

  • Bireysel, toplumsal ve iktisadi olarak verimli ve düzgün bir hayat sürdürmesine yardımcı olmaktır.

  • Sağlığı hayatın amacı olarak değil, yaşamın kaynağı olarak görmeliyiz. Sağlık toplumsal ve bireysel kaynakları ve fiziksel kaynakları olumlayan bir kavramdır.

1948 yılında imzalanan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 25. Maddesi şu şekildedir:

  1. Her insanın kendisi ve aile refah ve sağlığı için beslenme, barınma, giyinme ve tıbbi bakım hakkı vardır. Bu kişisel bir haktır. Herkes kendi iradesi dışında doğan sebeplerden ötürü geçim sıkıntısı çekmesi durumunda güvenlik hakkına sahiptir.

  2. Anneler ve çocuklarının yardım ve bakım görme hakları vardır. Evlilik olsun veya olmasın, sağ doğmuş her çocuk aynı sosyal güvenceden yararlanırlar.

Maddeleriyle insanların en temel hakkı olan "yaşam hakkı” ‘dan yola çıkılarak  SAĞLIK HAKKI'na yer vermiştir. Sağlık hakkı ve Yaşam Hakkı doğrudan doğruya birbiriyle alakalıdır. Yaşam hakkının olmadığı bir yerde sağlık hakkından söz etmek anlamsızdır. Her birey hatta her canlı yaşam hakkına sahip olduğu gibi sağlıklı yaşam hakkına da sahiptir. Bundan dolayı, her devletin en önemli sorumlulukları arasında sağlık hakkı yer alır. Hem ulusal hem de tabi olduğumuz uluslararası sözleşmelerde sağlık hakkı en temel insan hakkı olarak sayılmıştır.


Türkiye’de Sağlık Hakkı

Hukuk sistemimizde 1961 Anayasasına kadar sağlık hakkı kendisine anayasal düzeyde değinilmemiştir. 1961 Anayasası'nda ise 49. Maddede tüm toplumun bedenen ve ruhen sağlıklı yaşaması, tıbbi imkanlardan faydalanmasını sağlama sorumluluğu, aynı zamanda maddi imkanı olmayan insanların sağlıklı şartlardaki konut ihtiyaçlarını karşılayan tedbirler alma görevini devlet üstlenmiştir. Yürürlükteki 1982 Anayasasında 17. Maddede, İnsan hakları Evrensel Bildirgesi'nde geçen "yaşam hakkı" ‘nı temel alan bir düzenleme yapılmıştır.


Türkiye’de Sağlık sektörünün Gelişimi

Sağlık Sektörü Kavramı 

“Sağlık Sektörü” konusu, işleyici ve etkileri anlamında sağlıkla ilgili her konuda, bu ister tüketim olsun ister üretim isterse de bu ikisi arasında ki tedarik zinciri olsun bütün alt ve üst sistemleri içeren bir kavramdır




Bir Pazar Olarak Sağlık Sektörü

1990’lar Türkiye’de sağlık sektörünün bir pazar olarak görülmesinin yoğunlaştığı yıllar olmuştur. Bunun birçok sebebi olmakla beraber özel sağlık kurumlarının sayısının hızla artması ve özel sağlık sigortası sisteminin oluşmasıyla bu pazar büyümüş ve ilgi çekmiştir. Ülkemizde sağlık sektörü ivmelenerek artan bir hızla gelişmektedir. 1980’lerden sonraki 20 yılda sektör 3 kat genişlemiş, bunda kamunun payı belirleyici olmuştur. Kamu kurumlarının sağlık harcamaları, verilen teşvikler sektörün gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır.



Sağlık Turizmi


Termal Turizm (Kaplıcalar):

Kaplıcaların termal suyundan bir çok şekilde faydalanılmaktadır. Rehabilitasyon, fizik tedavi, banyo vb. birçok alanda kullanımı mümkündür. Anadolu coğrafyası kırıklı yapısından dolayı kaplıca cennetidir. Ülkemizde binden fazla sıcak su kaynağı bulunmaktadır. Bu kaynakların üzerinde yüzlerce kaplıca bulunmaktadır. Jeolojik yapısından dolayı ülkemizin dört bir yanına yayılmış kaplıcalara hem yurtiçinden hem yurtdışından birçok turist gelmektedir.

Kaplıcaların suyundan içme veya banyo yapma yararlanılması mümkündür ama hepsinden değil. Bazı kaplıca suları kükürtlü olduğu için içme suyu olarak kullanılması mümkün değildir. Ama fizik tedavi, cilt hastalıkları, romatizmal hastalıklarda kullanılmasında zarar yoktur. Aksine tedavi edici etkisi görülmektedir.

Ülkemizde böylesi güzel yer altı kaynakları varken yararlanmamız gerekir. Sıcak su kaynaklarının olduğu bölgelere tesisler yapıp, ulaşımını kolaylaştırmamız gerekiyor. Kaynağımız var ama reklamını yapamıyorsak bunun ülke hasılasına faydası olamamaktadır.

 

Şekil 1: Düzenlemesi yapılmamış kaplıca

Şekil1’de gördüğümüz gibi tesisleşmemiş sıcak su kaynakları turistik olarak pek rağbet görmez. Yakın çevredeki bölgelerden bilenlerin geleceği yerler olmaktan ileriye gidemez. Bunun da turistik bir geliri olmaz.

Şekil 2: Tesisleşmiş Kaplıcalar

Şekil2’de gördüğümüz kaplıca ise aynı ile ait başka bir kaplıca. Görüldüğü gibi tesisleşme gayet başarılı ve turizm açısından çekici özelliklere sahip. Yapılan yatırımlar karşılığını fazlasıyla alır. Hem bölge ekonomisine ve istihdamına hem de ülke ekonomisine katkı sağlayan yatırımlardır bunlar.

Kaplıcaların Faydaları:

Kaplıca tedavileri vücudumuza birçok fayda sağlamaktadır. Sıcak su vücut kaslarını gevşetir fiziksel tedavi sağlar. Özellikle kükürtlü suları olan kaplıcalar egzama benzeri cilt hastalıklarının tedavisinde kullanılır. Bel, boyun, eklem, kas vb. birçok hastalığın tedavisinde kullanılır. 



Saç Ekimi

Şekil 3: Ülkemiz Saç Ekimi Başarısında Uluslararası Üne Sahiptir

Saç ekiminde ülkemiz önemli bir pazar. Son yıllarda sağlık turizminde önemli derecede bir artış var. Bu artışta önemli bir pay saç ekimi için gelen turistler oluşturmaktadır. Hair of İstanbul Kliniği Yönetim Kurulu Üyesi M. Fatih Akdemir, DEİK Sağlık Komisyonu verilerine göre Türkiye’ye saç ekimi için günde 2bin kişinin geldiğini belirtmiş ve “Türkiye’nin bu sektörde hedefi 4 yıl içerisinde 20 milyar dolar gelire ulaşmak. Bir önceki yıl sadece saç ekimi ve estetik operasyon için gelen hastaların sayısı500 bine ulaştı. Saç ekimi sektöründe Türkiye çok önemli ve önde bir pazar. Avrupa, Güney Amerika ve Brezilya’dan yoğun bir talep bulunmaktadır. Türkiye en yeni teknolojilere sahip ekipmanlar, alanında başarılı hekimler ve ilk sırada önemli diyebileceğimiz düşük fiyatlar sayesinde dünyanın her yerinden yüzbinlerce ziyaretçiyi kendisine çeken maliyet açısından en uygun ülkedir.” demiştir.



Türkiye’de Sağlık Sektörü ile İlgili Sayısal Veriler


Şekil 4: Yıllara ve Sektörlere Göre Hastane Sayıları

2002 ve 2015 verilerini baz alarak yorum yaparsak, sektörlerdeki hastanelerin sayısı artmış görünüyor. Bu artışta önemli oranı özel hastaneler alıyor. Özel hastanelerdeki sayısal artış bize özel sektörün sağlık sektörüne ne kadar ilgi duyduğu hakkında önemli ipuçları vermektedir. 


Şekil 5: Yıllara Göre Hastane Yatağı Sayısı

Yine sektörlere göre hastanelerle orantılı olarak hastane yatağı sayısı artmış ve oransal olarak özel sektör hastanelerinin yatak sayısı önemli ölçüde artmıştır. Bu da hastalar için seçim imkanı sağlamaktadır. 


Şekil 6: Sektör ve Yıl Bazlı Nitelikli Yatakların Toplam Yataklara Oranı (%)

Hastane ve yatak sayısının artması her ne kadar önemliyse de asıl önemli olan nokta nitelikli yatak sayısının artması ve hastalara hizmet standartlarının artmasıdır. Grafiğe baktığımızda 2002 yılında nitelikli hastane yatağı oranının ne kadar içler acısı olduğu görülmektedir. Yıllara göre artan nitelikli yatak oranı bütün sektörlerde umut vadetmektedir. Özellikle özel hastanelerde gördüğümüz yüksek oranlı nitelikli yatak sayısının sektörün geleceği için umut verici olduğunu söyleyebiliriz.


Şekil 7: Her 10,000 Kişi İçin Hastane Yatağı Sayısının Diğer Ülkelerle Karşılaştırması, 2014

Sektör analizi yaparken sadece ulusal verilere bakmak eksik bir analiz olur ve yanıltıcı olabilir. Yıllar içerisinde gelişim göstermiş olsa da uluslararası verilere baktığımızda yeterince gelişmemiş olduğunu görmekteyiz. 2014 verilerine göre oluşturulmuş grafikte görüldüğü gibi, 10.000 kişiye düşen 26,6 yatak sayısı ile gelişmiş ülkelerin bir hayli gerisinde kalmaktayız. Bu da bize gösteriyor ki gelişmek tek başına yetmez, muhasır medeniyetlerin seviyesine her anlamda gelmek lazımdır. 


Şekil 8: Her 100,000 Kişi İçin Hekim Sayısının Diğer Ülkelerle Karşılaştırması, 2014

Sağlık sektöründe başarılı adımlar atmış kayda değer bir ilerleme sağlamış olabiliriz ama yine karşılaştırma yaptığımızda rehavete kapılacak durumda olmadığımız açıktır. 100.000 kişiye düşen hekim sayısında Norveç 506 hekim ile başı çekmekte iken OECD ortalaması 339 hekimdir. Türkiye’de bu sayı 179 hekim olarak hesaplanmıştır. Hekim kalitesi olarak azımsanmayacak seviyelerdeyiz ama hastaların hekimlere daha rahat ulaşması ve hekimlerin iş gücünün hafifletilmesi anlamında daha önümüzde çok yol vardır. 



Şekil 9: Toplam Sağlık Harcaması (Milyon TL)

Tabloda yıllara göre sağlık harcamaları gösterilmiştir. Görüldüğü üzere yıllara göre harcamalar ciddi bir artış göstermiştir. Bunda yıllara göre maliyetlerin artmasının (döviz kuru vb. sebeplerden dolayı) etkisi de vardır. Maalesef ki bir çok alanda olduğu gibi bu sektörde de özellikle malzeme ve ilaç konusunda dışa bağımlıyız. Bu da maliyetlerimizi artırmaktadır.

Şekil 10: Toplam Sağlık Harcamasının GSYH ‘ya Oranı (%)

Bir önceki tablodaki artışı bu tablomuzda görememekteyiz. Yıllık sağlık harcamasının GSYİH içerisindeki oranının OECD ülkelerinin ortalaması %8,9 olduğu açıklanmış olup Türkiye’nin bu oranın altında kaldığı görülmüştür. Sağlıklı bir nesil istiyorsak eğer sağlık sektörüne daha fazla yatırım yapmamız gerekmektedir. Gerek özel sektör teşvikleri gerek kamu sektöründe yatırımların artırılması ile sektörün gelişimine yardımcı olunmalıdır. 

COVİD-19’in Sektöre Etkisi

Halen daha devam eden COVİD-19 salgını tüm dünyayı ve sektörleri etkilediği gibi ülkemizi ve ülkemizdeki sağlık sektörünü de etkilemiştir. Dünya geneli milyondan fazla insan bu virüs sebebiyle can vermiş, on milyonlarca insan da virüse kapılmıştır. Mevcut durumda büyük bir yıkım olduğunu biliyoruz ama net bir şekilde etkilerini ve sonuçlarını söylememiz imkansızdır. Dünya geneli büyük bir mücadele veriliyor ve daha uzun bir süre daha mücadele edileceğe benziyor. Salgının etkilerini en net şekilde, salgı bittiğinde, veriler açığa çıkıp zararları ortaya açıkça çıktığında net analizler ve doğru sonuçlar sunulabilir.



SAĞLIK SEKTÖRÜ SWOT ANALİZİ

S- Güçlü Yönler:

  1. Türkiye yaş ortalaması olarak genç nüfusu olan bir ülkedir. Bu da bütün sektörlerde olduğu gibi sağlık sektörü için de bir fırsattır. Gerekli eğitim verildiği taktirde sektör açısından bulunmaz bir nimettir. Birçok gelişmiş ülkenin aksine genç ve dinamik bir nüfusumuz var ve bunun iyi yönlendirilmesi ile büyük atılımlar sağlanabilir.

  2. Hekim eğitiminde ki başarı aksaklıklara rağmen iyi bir seviyededir. Verilen düzenli ve kaliteli eğitim sayesinde dönemin şartlarında gelecek umudu vardır. Dağılımın ve istihdamın bozuk olmasına ve oransal olarak gelişmiş ülkelerin gerisinde olmasına rağmen büyük sayıda hekim bulunmaktadır. 

  3. Bilgisi ve tecrübesi yüksek araştırma hastaneleri yenilerinin açılmasına ön ayak olması açısından önemlidir.

  4. Uluslararası yatırımcıların Türkiye’de konumlanmış olması sektörün gelişmesi ve daha iyi hizmet sunulması açısından önemlidir.

  5. Sağlık hizmetlerine erişim değişen dünya şartları ile birlikte artmış ve bu hastalar için çok önemli bir durumdur.

  6. Özel hastanelerin sayısının fazla olması ve sağlık sektöründeki uluslararası yatırımlar hastalar için farklı yollar sunmaktadır.


W- Zayıf Yönler:

  1. Sağlık sektörü verilerinin raporlarda kullanılmıyor veya yeterince kullanılmıyor olması.

  2. Sağlık politikalarının yetersiz ve önleyici olamaması sektör üzerindeki yükü artırmaktadır.

  3. Profesyonel yöneticilerin hastane yönetimlerine yeterince atanmaması büyük bir sorundur. Her hekim iyi bir yönetici değildir. Liyakatin önemli olduğu bir konudur bu ama maalesef liyakat konusunda sınıfta kalmaktayız.

  4. Tıp fakülteleri arasında kalite dengesizliği yetişen hekim kalitesini olumsuz etkilemektedir. Bunun çözümü için teşvikler verilebilir.

  5. Organ ve kan bağışlarında yetersizlik sektör için büyük bir eksikliktir. Organ ve kan bağışları bilinçsizlik nedeniyle yeteri seviyelere ulaşamamaktadır.  

  6. Türkiye ekonomik ve gelir kaynakları açısından artı değerleri düşük dışa bağımlı bir ülkedir. Sağlık hizmetlerinin bütçedeki payı pek de OECD ortalamasının altındadır. Buna birçok bahane bulunabilir ama bahaneden çok çözüm üretilmesi gerekmektedir.

O- Fırsatlar:

  1. Uluslararası yatırımcıların sağlık sektörüne olan ilgisi doğru kanalize edilirse büyük yatırımlar ülkeye çekilebilir ve ülkeye katma değer sağlanır. 

  2.  Avrupa Birliği ile uyum ve entegrasyon süreci, sektör için gerekli teknolojik maliyetleri azaltabilir.

  3. Sağlık talimatlarının oluşturularak standardizasyon sağlanması ülke geneli bir standart oluşturur ve tüm hastalara aynı kalitede hizmet sunumunu sağlar.

  4. Özel sağlık sigortasında talebin artması ve bundan faydalananların sayısının artması sayesinde yatırımcıların gelirinin artması ile yeni yatırımcılar için de iştah kabarmaktadır.


T- Tehditler:

  1. Özel sağlık hizmeti yatırımcılarının yeterince kaynak bulamaması sonucu kalitenin düşmesi ve bundan ötürü yatırımların el değiştirmesi sektör geleceğini olumsuz etkiler.

  2. Performans yaklaşımının istismar edilerek çalışanların da insan olduğunu unutulması kalitenin düşmesi ve memnuniyetin azalmasına sebep olur.

  3. Artan rekabetin atıl kapasiteye neden olarak yatırımlardan geri dönüşün azalmasına sebep olma ihtimali.

  4. Tıbbi teknoloji ve malzeme yönünden dışa bağımlı olduğumuz ve döviz kurunun yüksek olması dolayısıyla maliyetin yüksek olması ve finansmanın güçleşmesi.


TÜRKİYE’DE SAĞLIK SEKTÖRÜNDE HİZMET VEREN ÖNEMLİ SİVİL TOPLUM KURULUŞ VE DERNEKLERİ:


  • Lösemili Çocuklar Vakfı (LÖSEV)
    İnternet Sitesi: www.losev.org.tr

  • Türk Kızılayı
    İnternet Sitesi: www.kizilay.org.tr

  • Yeşilay
    İnternet Sitesi: www.yesilay.org.tr

  • Türk Diyabet Vakfı
    İnternet Sitesi: www.turkdiab.org

  • Sigarayla Savaşanlar Derneği
    İnternet Sitesi: www.sigaraylasavasanlar.com.tr

  • Türk Böbrek Vakfı
    İnternet Sitesi: www.tbv.com.tr

Türk Kalp Vakfı
İnternet Sitesi: www.tkv.org.tr

DOĞU AKDENİZ ENERJİ KRİZİ


Giriş

     Canlılar yaşamlarını devam ettirebilmek için enerjiye ihtiyaç duyarlar. Dünya enerjisinin temel kaynağı güneştir. Bütün canlılar güneş enerjisine ihtiyaç duyar. Güneş enerjisi besin piramidinin her kademesi için gerekli ve elzemdir. İnsanlığın ilk çağlarında güneş enerjisi tek temel enerji kaynağı iken zamanla artan nüfus ve teknoloji ile enerji ihtiyacı da değişmiştir. Zamanla ateşi kullanmayı öğrenmiş ve güneşe alternatif olamasa da hem savunma hem ısınma hem de yiyeceklerin pişirilmesinde kullanmayı bilmiştir. 

     İnsanlar değişip evrildikçe enerji ihtiyaçları da çeşitlenip genişlemiştir. İlk zamanlar ağaçları yakmaktan zaman içerisinde kömür, petrol ve doğalgaz keşfedilip kullanılmaya başlanmıştır. Sanayileşme ile birlikte enerji ihtiyacımız muazzam boyutlara ulaşmıştır. Günümüzde her ne kadar yeşil enerji diyebileceğimiz çevreye daha az zararlı enerji kaynakları kullanılsa da enerji ihtiyacımızın çoğunu hidrokarbon kaynaklarından sağlamaktayız.


Doğalgaz Nedir?

    Geçmişte petrol üretimi esnasında ortaya çıkan yararsız bir atık olarak görülen ve üretim tesislerinde yakılarak uzaklaştırılan doğalgaz, günümüzde stratejik bir enerji kaynağı olarak sıklıkla evlerde ve endüstride kullanılmaktadır.
    Bir petrol türevi olan doğalgaz: yanıcı, havadan hafif, renksiz ve kokusuz bir gazdır. Başta metan (CH4) ve etan (C2H6) olmak üzere çeşitli hidrokarbonlardan oluşur. Yer altında, genellikle petrol ile birlikte veya gaz rezervuarlarında bulunur. Kaynağından çıkarıldığı haliyle herhangi bir işlemden geçirilmeksizin kullanılabilen doğalgaz, sıvılaştırılarak boru hatları veya tankerlerle taşınır.

Bilinmesi Gereken Bazı Terimler:

Münhasır Ekonomik Bölge (MEB): Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi uyarınca bir devletin deniz kaynaklarının araştırılması ve kullanılmasında su ve rüzgâr enerjisi de dahil olmak üzere özel haklara sahip olduğu deniz bölgeleridir. Bu alan devletin denize olan kıyı kenarından, denize doğru karasularında 200 deniz mili dışına kadar uzanır.

Kıta Sahanlığı:  Ülke kıyılarına bitişik olan ve 200 metre derinliğe veya bu sınırın ötesindeki su derinliğinin doğal kaynaklarının işletilmesine elverişli olduğu noktaya kadar kara sularının dışında kalan deniz altı bölgelerinin deniz yatağı ve toprak altı kesiminin bütünüdür.

NAVTEX (NAVigational TEleX): Orta frekanslı gemilere olası tehlike, emniyet, hava rapor ve uyarılarını otomatik olarak ileten uluslararası haberleşme sistemidir. Ülkelerin Deniz Kuvvetleri, eğitim ve tatbikatların bilgisini önceden duyurarak bu sahalara girilmemesi konusunda uyarılarda bulunmaktadır.

Kara Suları: Kara suları, sahildar devletin “tam deniz egemenliğine” sahip olduğu deniz alanı olarak tanımlanır. Bu egemenlik, aynı zamanda kara suları üzerindeki hava sahası ve bu suların altındaki deniz yatağı ve toprak altını da kapsar. Devletler kara sularının genişliğini tespit etme yetkisine sahiptir. Ancak bu hak kullanılırken “iyi niyet”, “hakkın kötüye kullanılmaması” ve “diğer devletlerin haklarının” göz önünde bulundurulması” zorunlu tutulur.


Doğu Akdeniz'deki Doğalgaz Rezervleri İle İlgili Önemli Sorular

1.Akdeniz'de hangi ülkeler aktif politika yürütüyor ve bölgenin enerji kaynaklarından faydalanmak istiyor?

    Coğrafi açıdan da bölgeye sınırı olan Türkiye, İsrail, Mısır, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Yunanistan, Lübnan, Suriye ve Libya Doğu Akdeniz'de aktif politika yürütüyor.
    Öte yandan, bölgeye sınırı olmamasına rağmen ABD, Rusya, İngiltere, Fransa ve İtalya gibi ülkeler de Akdeniz'deki enerji denkleminde ağırlığını korumak istiyor.


2.Bölgedeki doğal gaz ve petrol rezervinin tahmini büyüklüğü toplam ne kadar?

    ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi verilerine göre, Doğu Akdeniz’in Levant adı verilen ve Suriye kıyılarını da içinde barındıran bölgesinde yaklaşık 3,5 trilyon metreküp doğal gaz ve 1,7 milyar varil civarında petrol rezervi bulunuyor.

Kaynak: www.fortes.com.tr

     Dünyada kanıtlanmış doğalgaz rezervleriyle karşılaştırdığımızda tahmin edilen rezervler ilk sıralarda değil ama önemli bir yere sahip olduğunu görmekteyiz. Bunu da unutmamak gerekir ki şimdiye kadar bulunan rezervler ve tahmin edilenler şimdilik sadece başlangıçtır. Yeni bulunacak rezervler için ön ayak durumundadır.

Şekil 1: 2018 yılına ait doğalgaz üretim ve tüketim istatistikleri

     Şekil1’de de görüldüğü üzere mevcut doğalgaz üretimimiz tüketimimizi karşılar durumda değildir. Enerji kaynaklarına yakın bir ülke olmamıza rağmen öz kaynak açısından kendimize yeten bir ülke değiliz. Bu durum da bizi ithalata yöneltmektedir. İthalat kalemlerinin içerisinde önemli bir paya sahiptir enerji kaynakları. Bu yüzden de dış ticaret açığımızın kapanması pek mümkün görünmemektedir. 

Şekil 2: https://www.fortes.com.tr/medya/fortes-bilgilendiriyor/dunyada-ve-turkiyede-dogalgaz/

     Bu tabloya baktığımızda gördüğümüz tüketim miktarları dünyanın enerji kaynaklarına ne kadar muhtaç olduğunu göz önüne sermektedir. Her ne kadar alternatif enerji kaynaklarına yatırımlar yapılsa da önümüzde ki yüzyıla kadar hidrokarbon temelli enerji kaynaklarına duyulan ihtiyaç tükenmeyecektir. Bu da her keşfedilen kaynağın ayrı bir değerinin ve öneminin olduğunu göstermektedir.



3.Doğu Akdeniz'de hangi enerji şirketleri faaliyet gösteriyor?

    Doğu Akdeniz'de faaliyet gösteren başlıca şirketler arasında Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO), ABD'li Exxon Mobil ve Noble, Fransız Total, İtalyan Eni, Güney Koreli Kogas, Katar Petroleum, İngiliz BG ile İsrailli Delek ve Avner firmaları yer alıyor.

4.Doğal gaz ve petrol arama faaliyetlerinin gerçekleştirildiği bölge kaç parselden oluşuyor?

    Bölge, GKRY tarafından tek taraflı olarak ilan edilen sözde 13 parselden oluşuyor. Kuzeyde sırasıyla 1. 2. ve 3. parsel, ortada 4. 5. 6. 7. 8. 9. ve 13. parsel ve güneyde ise 10. 11. ve 12. parsel yer alıyor.

parsel



5.Doğu Akdeniz'de hangi parsellerde münhasır ekonomik bölge sorunu yaşanıyor?

    Türkiye ve KKTC'nin hak iddia ettiği bölgede yalnızca sözde 10. ve 11. persellerde çakışma bulunmuyor, diğer parsellerin hepsinde münhasır ekonomik bölge tartışmaları devam ediyor.


6.Söz konusu 13 parselde hangi şirketler faaliyet yürütüyor?

    Bölgede sözde 2. 3. ve 9. parsellerde İtalyan Eni ve Güney Koreli Kogas şirketlerinin müşterek lisansı bulunuyor. Ortaklığın payları ise yüzde 80 Eni, yüzde 20 Kogas olarak dağılım gösteriyor.
    Fransız Total ve İtalyan Eni 6. ve 11. parsellerde eşit pay sahibiyken, 8. parselde Eni tek başına ruhsat sahibi konumunda yer alıyor.
    12. parsel ise yüzde 35 ABD'li Noble, yüzde 35 İngiliz BG ve yüzde 30 da İsrailli Delek Drilling Group şirketlerinin hisselerinden oluşuyor.
    10. parselde ABD'li Exxon Mobil ve Katar Petroleum ortaklığı sözde ruhsatları elinde bulunduruyor. Geriye kalan sözde 1'inci, 4'üncü, 5'inci, 7'inci ve 13'üncü parseller için görüşmeler devam ediyor.

ülkeler ve parseller

Kaynak: https://tgb.gen.tr/


7.Türkiye, Doğu Akdeniz'de nasıl bir politika izliyor?

    Türkiye Kıbrıs'ta, Türklerin Rumlarla eşit haklara sahip olduğunu ve adanın zenginliklerinden ortak faydalanılması gerektiğini savunuyor. Türkiye her fırsatta bölgede faaliyet yürüten enerji şirketleri ile ABD, İngiltere, Fransa ve İtalya gibi ülkelere GKRY'nin tek taraflı olarak ilan ettiği münhasır ekonomik bölgeyi tanımadığını ve Türkiye'nin deniz yetki alanlarıyla çakışan bölgelerde arama ve üretim çalışmalarına izin vermeyeceğini belirtiyor.
    Ayrıca Türkiye, GKRY'nin adanın tamamını temsil eden bir devlet olmadığı için münhasır ekonomik bölge oluşturma ve ihale etme hakkı da bulunmadığını muhataplarına iletiyor.
    Öte yandan, adanın çakışma olmayan kuzey, doğu ve güney kısımlarında Rum tarafının fiili durum yaratma olasılığına karşı, KKTC tarafından TPAO'ya ruhsat sahaları verildi. Böylece GKRY'nin adanın tamamını temsil etmemesine rağmen bloklar oluşturarak münhasır ekonomik bölge ilan etmesine karşılık verilmiş oldu.


8.Türkiye bölgede arama faaliyetleri yürütüyor mu?

Türkiye bölgede aktif olarak Fatih ve Yavuz sondaj gemisiyle KKTC’nin ruhsat verdiği A,B,C,D,E,F,G olarak adlandırılan alanlarda sondaj ve arama faaliyetlerini yürütüyor. Söz konusu alanlar KKTC'nin kendi münhasır ekonomik sınırları içinde yer alıyor.

parsel

9.GKRY bölgede nasıl bir politika izliyor?

    Doğu Akdeniz'deki kaynaklardan azami pay alma arayışına giren enerji şirketleri ve bu şirketlerin direkt veya dolaylı yoldan sahibi olan ABD, Fransa ve İtalya gibi ülkeler GKRY'yi adanın tamamında egemen gibi görüyor ve ihalelerle aldıkları lisansların hukuki olduğunu iddia ediyor.
    GKRY de enerji arama ve çıkarma faaliyetlerinde ABD, İtalya ve Fransa gibi bölge dışındaki aktörlerle, enerji iletimi için ise İsrail, Mısır ve Yunanistan gibi bölgedeki aktörlerle iş birliği çalışmaları yapıyor.

10.East-Med boru hattı projesi nedir? Bu projeyle Türkiye devreden çıkarılabilir mi?

    2 Ocak 2020'de Atina'da İsrail, Yunanistan ve GKRY liderleri arasında Eastmed Boru Hattı projesi sözleşmesi imzalanmıştır. East-Med boru hattı projesiyle Akdeniz gazının İsrail, GKRY ve Girit üzerinden Yunanistan topraklarına ve devamında Avrupa'ya gönderilmesi hedefleniyor.
    Boru hattının uzunluğu 1900 km, derinliği 3 km olarak planlanmıştır. Yılda 10 milyar metreküp doğalgaz taşıma kapasitesi bulunmaktadır. 7 milyar dolar maliyetle 7 yılda tamamlanması planlanmaktadır.
    Bölgenin jeolojik yapısının kırılganlığı ve hat uzunluğu göz önünde bulundurulduğunda inşa edilmesi planlanan boru hattının teknik ve ekonomik açıdan sıkıntılı bir proje olduğu kabul ediliyor.
    Ayrıca Avrupa Birliğinin de desteklediği projenin öngörülen güzergahı Türkiye'nin deniz sahalarından geçiyor. Sonuç olarak aktörlerin Türkiye'yi de hesaba katarak hareket etmesi gerekiyor.

1171896

Libya İle Yapılan MEB Anlaşması ve Önemi

    Türkiye, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) Akdeniz’de 41 bin metrekareye hapsetme planları, Libya’da Birleşmiş Milletler tarafından tanınan meşru Ulusal Mutabakat Hükümeti’yle (UMH) yapılan anlaşmalarla bertaraf edildi.

    Türkiye, denizden komşusu Libya ile 27 Kasım 2019’ da "Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası" ile "Deniz Yetki Alanlarının sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası" imzaladı.

 photo_405108

Kaynak:  www.sabah.com.tr/


1-TR_HAPSETMEK_ISTEDIKLERI_ALAN

Şekil 5: Sevilla Haritası

     Şekil3’te gördüğümüz komik harita Yunanistan’ın tezlerini savunmak için dünyaya sunduğu haritadır. Her ne kadar bize komik gelse de Yunanistan bu haritayı çizerken bir günde oturup bitirmedi. Yıllar içerisinde adım adım ilerleyerek bu haritaya temeller oluşturdu. Antalya açıklarında bulunan Meis adasında yerleşimi destekledi belediye kurulmasını sağladı ve bugün o minik adada yaşayan birkaç kişi sayesinde bu haritayı çizmeyi kendinde hak saymaktadır. 



SONDAJ ve SİSMİK ARAŞTIRMA GEMİLERİMİZ 

Sondaj-gemisi-defence-turk-850x491

Fatih Sondaj Gemisi

    Türkiye’nin ilk yerli sondaj gemisi olma özelliğine sahip. 229 metre boyunda. 12 bin 200 metre derinlikte çok yüksek basınç altında deniz sondajı yapabilme becerisine sahip ve aktif konumlanma teknolojisiyle donatıldı. Çift kuleli tasarımı sayesinde es zamanlı 2 sondaj operasyonunu daha hızlı ekonomik sürdürebilmekte, deniz tabanını gözetleyebilen ve gerektiğinde hidrotermik operasyonlar yapabilen uzaktan kumanda edilebilir iki su altı robotik denizaltı aracı bünyesinde bulunduruyor.

    4 lojistik vinç ve 6 operasyon vinciyle daha hızlı sondaj operasyonu yürütebiliyor Gemide 2 helikopter ve 3 destek gemisi bulunuyor. Toplamda 210 personelin en hızlı şekilde transferinin gerçekleştirilebilir nesine olanak sağlıyor.

Oruç Reis Gemisi

     Türkiye’nin ilk yerli ve milli sismik araştırma gemisi 86 metre uzunluğunda genişliği 22 metre. Gemi modern sevk ve manevra sistemleriyle birlikte, jeofizik, 2 ve 3 boyutlu haritalama, derin sismik, gravite (petrol yoğunluğu), manyetik sistemler ve deniz • tabanı ayrıntılı görüntüleme ve haritalama sistemleri, uzaktan kumandalı su altı aracının yanı sıra, su kolonu ve deniz tabanından jeolojik örnekleme yapabilecek ekipman ile donatılmış durumda.
Gemide alınan verilerin işlenmesi, analizi ve değerlendirmesine yönelik jeoloji, jeofizik, hidrografi, oşinografi (anadeniz bilimi) ve biyoloji araştırma laboratuvarları yer alıyor.       Gemide ayrıca uluslararası standartlarda bir helikopter pisti bulunuyor.
    Oruç Reis, petrol ve doğal gaz araştırmalarının yanı sıra kara alanlarımızın deniz altındaki devamlılıklarının izlenmesi bağlamında kıta sahanlığı gibi stratejik öneme sahip bilimsel araştırmalar da etkin şekilde görev yapabiliyor. Ayrıca, gemi ile deniz tabanından itibaren 15 bin metre derinlikteki jeolojik yapılar görüntülenebiliyor, modern uzaktan kumandalı su altı aracı (ROV) ile bin 500 metre su derinliğindeki deniz tabanı ayrıntılı olarak izlenebiliyor.


Kanuni Sondaj Gemisi

kanuni-sondaj-gemisi-canakkale-bogazi39ndan-gecti-h

      Doğu Akdeniz’de hidrokarbon arama ve sondaj faaliyetlerinin daha güçlü bir şekilde sürdürülmesi için üçüncü sondaj gemisinin 31 Ocak’ta teslim alınarak TPAO envanterine kaydedildi. “Kanuni” adı verilen geminin seyir için gereken bakım, tedarik ve test işlemlerinin Birleşik Krallık’ta tamamlandıktan sonra Türkiye’ye doğru yola çıktı. 13 Mart 2020 günü Doğu Akdeniz’deki kara sularımıza giriş yapan gemimiz Taşucu Mersin açıklarındaki demir sahasına ulaştı. Kanuni yeni ultra derin deniz sondajlarına en kısa zamanda başlayacak.

Yavuz Sondaj Gemisi

    6. nesil ultra derin deniz sondaj gemisidir. Yaklaşık 230 metre uzunluğa ve 36 metre genişliğe sahip, Sondaj kulesinin yüksekliği deniz seviyesinden yaklaşık 103 metre. Yani Galata Kulesi’nden yaklaşık 36 metre daha uzun.

    12 bin 200 metre derinliğe kadar çok yüksek basınç altında dahi sondaj yapabiliyor. Dinamik Pozisyonlama sistemiyle 6 metreye ulaşan dalgalarda dahi sondaja devam edebiliyor. Yavuz çift kuleli tasarımla hem asıl hem yardımcı işlerin yapılabildiği eş zamanlı operasyona imkan sağlıyor. Her iki kule de sondaj ekipmanları ile donatıldı, böylece operasyon gücü ikiye katladı.

Barbaros Hayrettin Paşa Gemisi

    Türkiye’nin sismik araştırma gemisi, doğal gaz ve petrol arama çalışmalarında kullanılıyor. ICE-1A sınıfı notasyonu ve çevre dostu yüksek teknoloji ile donatılan gemi, yakıt tüketimini azaltan ve asgari emisyon az gelişmiş geçiş hızları sağlayan Norveç Ulstein SX133 X-bow yenilikçi gemi tasarımı kullanılarak inşa edildi. 

    Geminin hızı, 17 knot/31 km/sa. İki ve üç boyutlu sismik veri toplayabilen, yön ve pozisyon tayinini uydu haberleşmesi ile otomatik olarak yapabilen 84 metre uzunluğundaki gemide bir de helikopter pisti yer alıyor.

Keşfedilen Rezervler:

    Son 10 yılda yapılan sondajlar sonunda İsrail, Tamar yatağında 320 milyar metreküp, Leviathan'da 600 milyar metreküp, Kıbrıs ise Afrodit'te 130 milyar metreküp, Kalipso'da ise 200 milyar metreküp civarında doğalgaz bulduğunu ilan etti. Bölgenin en büyük doğalgaz kaynağı 800 milyar metreküplük rezerviyle Mısır'ın Zohr bölgesi oldu.
resim3

Sonuç

     Tarihe baktığımızda sahada kazandıklarımızı masada kaybettiğimiz birçok tarihi olay olmuştur. Doğu Akdeniz’de hatalarımızın yanında attığımız birçok önemli ve doğru adım vardır. Ülke olarak sürreal bir bakış ve yaşam açımız var. Dış ilişkiler ve reel politika realist olmayı gerektirir. Haklı olduğumuz davamızda yeterince güçlü değiliz. Tabi ki kimsenin başına vurup elinden ekmeğini alabileceği mahallenin ufak çocuğu değiliz. Ortadoğu ve Akdeniz’in önemli bir gücüyüz ve stratejik bir konumun üzerindeyiz. Hiçbir pazarlık masasının dışında kalamayız. 

     Ülke çıkarlarını politik hesaplaşmaların malzemesi haline getirmeden ortak çıkar paydasında buluşup güçlü bir duruş sergilememiz gerekiyor. Nasıl ki bir insan içinde hastalıklarla boğuşurken dışarda dik durmakta zorlanıyorsa, ülkeyi de böyle bir organizma olarak düşünebiliriz. İç çekişmeler, çatışmalar, istikrarsızlıklar, iyi eğitilmemiş verimsiz bir nüfus var ise bir ülkede hiçbir zaman bunlara bir çözüm bulmadan güçlü ve söz sahibi bir ülke olamaz. 

     Doğu Akdeniz tam bir satranç tahtasıdır. İstemeyerek de olsa kişisel ve iç siyasal çıkarlara ters de düşse en doğru fedalar ve kazanımlar ile en doğru hamleler yapılmalı ve bu coğrafyada bizden habersiz ve biz dışarda bırakacak hiçbir anlaşmanın, planın ve paylaşımın olamayacağını göstermemiz gerekir.












Kaynakça