21 Aralık 2020 Pazartesi

ÖRGÜTSEL DAVRANIŞ

 

Bölüm 4: Örgüt İçinde Birey ve Kişilik

Özet





Giriş

Birey, sözlükte toplumu oluşturan ve topluluk içerisinde bağımsız bir varlığı olan, düşünsel, duygusal, istençsel nitelikleri toplum içinde belirlenen insanların her biri, fert, olarak tanımlanır. Kişilik, bireyin toplumsal yaşam içerisinde edindiği işler durumdaki bedensel ve ruhsal özelliklerinin kendi özünü oluşturan, kuran, kişiyi kişi yapan alışkanlıklar ve davranış biçimlerinin tümüdür. Kişilik kavramını oluşturan üç temel özellik önem taşır. Bunlar; benzersiz veya kendine özgü olması, tutarlılık ve değişmezlik-durağanlıktır. 

Benzersizlik, kişinin davranış ve tutumlarının diğer insanlardan farklı oluşunu açıklar. Her birey kendine özgü, benzersiz ve tektir. Birebir aynı özelliklere, davranışlara sahip iki birey veya kişilik yoktur.

Tutarlılık, çevresel koşullar değişse de farklı ortam ve durumlarda da bireyin benzer biçimde hareket emmesi beklenir. Yani iddialı biri her yerde iddialı, çekingen biri her yerde çekingen ve omurgasızlık kişiliğine oturmuş bir kişi her yerde omurgasızdır.

Durağanlık, kişilik her durum ve koşulda tutarlı ve aynı tepkiler, davranışlar sergiler. Kişinin bir olaya bakış açısı, tepkisi her zaman benzerlik gösterir. 

Kişiliğin Doğası ve İş Hayatındaki Önemi

Kişilik dilimizde çok kullanılan kelimelerdendir. Doğru veya yanlış, farklı olay veya durumlar üzerinden insanlar için kullanıyoruz. Birine kişiliksiz derken onun sönük bir karakter olduğunu, bazen de birinin iyi bir kişiliğe sahip olduğunu söylerken onun arkadaş canlısı biri olduğunu kastederiz. 

Bireyin kişiliği iş hayatında önemlidir ve yöneticiler çalışanların kişiliğini önemser ve göz önünde bulundurur. Bireyin davranışları, kişiliği onun işteki verimini etkiler. Statü kazanma arzusu içinde olan bir birey ona bu kazanımı sağlayacak fırsatları arayıp değerlendirir.

Kişiliğin Oluşumunu Etkileyen Faktörler

Kişiliğin nasıl oluştuğunu anlamak ve gerçek bir sonuca varmak zordur. Ancak kişilik oluşumuna etki eden faktörlerin genelde kalıtımsal veya çevresel olduğunu söyleyebiliriz. Kluckhohn ve Murray kişilik ile ilgili üç farklı açıklamada bulunmuştur:

  1. Bireyin diğer insanlara benzer ve benzer davranabilir

  2. Birey bazı insanlara benzer ve onlar gibi davranabilir

  3. Birey hiç kimseye benzemez ve özgün bir davranış biçim sergiler

Yapılan gözlemler sonucu üç temel faktörün bireyde kişilik oluşumuna etkisinin olduğu sonucuna ulaşılabilir. Bunlar biyolojik, kültürel ve sosyal faktörlerdir. Biyolojik faktörler dendiğinde akla genetik kökenlerden gelen etkenlerdir. Kültürel faktörler ise kişinin yaşadığı kültürde yaşam tarzı, siyasi ve dini yapı, toplumsal tabakalar vb. birçok etmenden oluşmaktadır. Sosyal faktörler için bireysellik de diyebiliriz. Küçük yaşta anne babasını kaybeden bir çocuğun yetişme tarzı ve sosyal çevresi onun gelişimine önemli etkiler yapacaktır.

DÖNEM KAVRAMI

Kişiliğin oluşumu hakkında bir diğer yaklaşım ise kişilik oluşumunu dönemsel olarak analiz etmektedir. Bu bakış açısının üç önemli kuramcısı Sigmund Freud, Eric Erikson ve Jean Piaget’tir.

Psikoanalitik kuramın kurucusu olan Freud’a göre davranışları bilinçaltı güdüleri tayin eder. Buna göre cinsellik ve saldırganlık olarak gün yüzüne çıkan davranışlar, içgüdüsel dürtüler ile sosyal engeller arasındaki çatışmadan kaynaklanır. Freud insan kişiliğinin beş dönemden geçerek geliştiğini öne sürer. Bunlar:

  1. Oral Dönem(0-1)

  2. Anal Dönem(1-3)

  3. Fallik Dönem(3-6)

  4. Latens Dönem(6-11)

  5. Genital Dönem(11 yaş sonrası)

Böylece kişilik, bağımlı, zorlayıcı, odipal ve olgunluk dönemlerinden geçerek oluşur. 

Eric Erikson, Freud’un kuramını kabullenmekle birlikte iki noktada farklı düşünmektedir. İlk olarak Erikson bireylerin kişilik oluşumunda sosyal çevrenin de önemli bir etken olduğunu savunmaktadır. İkinci olarak Freud’un beşli dönemsel gelişim teorisine yetişkinlik, olgunluk ve yaşlılık dönemlerini de ekleyerek kişilik oluşumunun ömür boyu devam eden bir gelişiminden bahseder. Bu bakış açısını örgüt ortamına uyarlamak mümkündür. Örgüte yeni dahil olan bir birey yaşadığı sorunları ve geçirdiği tecrübelerden başarılı bir şekilde üstesinden gelirse olgunlaşır ve örgüte bağlılığı artar.


Treyt ve Tip Kuramları

Kişilik konusundaki çalışmalarda bireyin temel özelliklerini gösteren karakteristikler üzerinde durulmaktadır. Bunlar arasında ön plana çıkanlar, utangaçlık, saldırganlık, uysallık, tembellik, isteklilik, güvenirlik ve sakinlik olarak belirlenmiştir. Bu karakteristik davranışlar süreklilik arz ederse bunlara treyt denmektedir. Bu treytlerin sayısı çok fazla olduğu için ayırması güç bir durumdur. Bir çalışmada tek bir kişiye ait 17953 treyt tespit edilmiştir. Bu treytler derlenerek dört tip kişilik tespit edilmiştir.


Şekil 1: Dört Tip Hipotezi


                                          Yüksek Kaygı                                            Düşük Kaygı




Dış’a Dönük


Gergin, heyecanlı, değişken, sıcakkanlı, sosyal ve bağımlı


Kapalı, itimat edilir, uyumlu, soğukkanlı, sosyal ve bağımlı



İç’e Dönük


Gergin, heyecanlı, değişken, soğuk ve utangaç


Kapalı, güvenli, itimat edilir, uyumlu, sakin, soğuk ve utangaç







KİŞİLİĞİN BEŞ BÜYÜK BOYUTU


Yapılan araştırmalarda kişilikle ilgili pek çok treyt geliştirilmiştir. Platon zamanlarında günümüze kadar araştırmacılar çeşitli listeler oluşturmuştur. İnsanları kişiliklerini açıklamak için binlerce kelimenin kullanıldığı Webster’s Sözlüğüne bakarak konunun genişliği anlaşılabilir. Bu kelimeler benzerlikleri kullanılarak birbirinden ayrı 171 farklı kişilik belirlenmiştir. Bir takım gelişmiş teknikler kullanılarak liste daraltılmış ve “Kişiliğin Beş Temel Boyutu” ortaya çıkmıştır. 

  • Bilinçli, tedbirli tip: Dikkatli, uyumlu, özdisiplini yüksek, sorumlu, bağımlı.

  • Duygusal tutarlılık: Sakin, güvenli, rahat

  • Deneyime açık olma veya deneyici tip: Hassas, esnek, yaratıcı, meraklı, açık görüşlü

  • Uyumluluk: İyi huylu, güvenilir, yardımsever, empatik

  • Dışa dönüklük: Dışa kolay açılabilen, konuşkan, sosyal, kararlı


Otoriter Kişilik

Otoriter kişilik örgüt-toplum içerisindeki insanlar arasında bir statü ve güç farklılığı olması gerektiğine inanan kişilerdir. Otoriter kişiliklerin katı kuralları olur, insanları yargılar, kendinden üstün olan kişilere farklı görünmeye çalışır, ancak altında gördüğü kişileri ezer, güvenilirliği tartışılır, değişimden yana olmayan kişilerdir. Kitapta dünyada az sayıda otoriter kişilik olduğu söyleniyor ama ben öyle düşünmüyorum. Otoriter kişiliği baskın olan insanlar vardır bir de otoriter yönü ön plana, baskın duruma geçememiş insanlar vardır. Güç elde edildiğinde otoriter olmayacak insan yoktur. 

Makyavelizm

Makyavelist kişiliğe sahip bir kişi pragmatist, amacı doğrultusunda sonuca götüren her yolun mubah olduğunu savunur. İstenilen sonucu alınmasını sağlıyorsa, bu uğurda her yol ve yöntem denenebilir bunda bir sorun görülmemektedir. Makyavelist kişilik başkalarını kullanan, daha çok kazanmak isteyen, ikna edilmesi kolay olmayan ancak başkalarını ikna etmekte başarılı olan kişidir.








Stanford Hapishanesi Deneyi

https://evrimagaci.org/public/uploads/images/Sinirbilim%20Psikoloji%20Etoloji/73_4180fbd9f70c2e64ff23d19710650babjpg.jpg

1971 yılında Philip Zimbardo isimli bir sosyal psikolog,  The Power And Pathology Of Imprisonment (Güç ve Hapsedilmenin Patolojisi) isimli çalışmasında insanların sosyal rollere nasıl tepki verdiğine dair bir deney düzenlemeye karar verdi. Stanford Üniversitesi Psikoloji Departmanı'nın bodrum katında inşa edilen sahte bir hapishanede, 2 hafta sürecek bir deney tasarladı. Gardiyanlar ve mahkumlar olarak rol biçtiği 24 erkek öğrenciyi kullandı bu deneyde. Deneklerin hangi role sahip olacaklarını onlardan habersiz tasarlayan Zimbardo, deneklere 2012 parasıyla gün başına 85 dolar alacaklarını da bildirdi.

“Mahkumlar üzerinde can sıkıntısı hissi yaratabilirsiniz, bir dereceye kadar korku yaratabilirsiniz ve onların hayatlarını tamamen rastgele güçler tarafından, sistem tarafından, sizler ve bizler tarafından kontrol edildiği hissine kapılmalarını sağlayabilirsiniz. Ve kesinlikle özel hayatları olmayacak. Onların bireyselliklerini çeşitli yollarla ellerinden alacağız. Genellikle bunun sonucunda, kendilerini güçsüz hissederler, bunu bekliyoruz. Yani bunun sonucunda, biz tüm güce sahip olacağız, onlarsa hiçbir güce...”

Tasarladığı deneyin tutarlılığı için gardiyan rolündeki öğrencilerle yaptığı konuşma.

Gerçek bir hapishane ortamının sağlanabilmesi için her şey gerçekçi olmalıydı. Mahkum rolündeki öğrenciler deney günü sabahtan habersiz bir şekilde, anlaşılmış polisler tarafından silahlı soygun suçundan tutuklanmış, tüm gerçek prosedürler uygulanmıştı. Gardiyan ve mahkum öğrenciler rollerinin gereği kıyafet ve ekipmanlarla donatılmıştı. Deneyin yapılması için her şart yerine getiriliyor ve Zimbardo da hapishane müdürü rolüne girmişti.

Müdürün direktiflerinden güç alan gardiyanlar sosyal rollerine çabuk adapte oldular. Sorunsuz geçen ilk günün ardından ikinci günde sorunlar başlamış mahkumlar dışarıda kendileri ile aynı statüye sahip olan gardiyanların emirlerine uymamaya, isyan etme başladılar. Gardiyanlar buna karşılık olarak baskılarını artırdılar, isyan etmeyen “uysal” mahkumları ödüllendirdiler. Kendi oluşturdukları karanlık odalarda mahkumları sindirmeye çalışan gardiyanlar gücün tadını almaya ve güçlerini daha sert biçimde kullanmaya başladılar.

Deney planlandığı gibi gitmedi altıncı gününde sonlandırılmak zorunda kalındı. Tamamen rol yapması gereken gardiyanlar kendilerini güçlü rollerine kaptırmış ve baskının dozunu artırmışlar. Mahkumlar ise gün geçtikçe sinik ve korkak bir ruh haline bürünmüşler. Bu sonuç hapishane müdürü Zimbardo için de şaşırtıcı olmuş.

Bu deney, toplumun insanlara biçtikleri rollerin insanlar tarafından nasıl sahiplenildiği ve o rolün etkisine nasıl kapıldıklarını, kontrolsüz bir şekilde rolünün gereğini yerine getirdiklerini net bir şekilde göstermiştir. Bu ve benzeri konuları işleyen bir çok akademik çalışma, kitap ve film vardır. Neredeyse her deneysel çalışmada insanların kendilerine biçilen rolleri sahiplendikleri ve rollerinin gereklerini tartışmasız nasıl yerine getirdiklerini görebiliyoruz.

The Wave (2008) isimli bir filmden örnek vermek isterim. Film 1967’de Kaliforniya’da Cubberley Lisesinde, lise ikinci sınıf öğrencileri üzerinde denenen bir deneyden esinlenmiştir. Deneyin amacı demokratik toplumlarda bile faşizme karşı bağışıklığın olmadığını ispat etmektir. Deneyin mottosu “ disiplinden, birlikten, hareketten ve gururdan gelen güç” olarak belirlenmiş. Deneyin içeriği iyi kayıt altına alınamamış ama daha sonraki röportajlar, okul gazetesinde hakkında çıkan haberlerden bilgi edinilebilmiş. Filmde ise lise öğrencilerinin hiç böyle bir eğilimi yokken sürü dayanışmasıyla gelmiş gücün nasıl sonuçlar doğurabileceği işlenmiştir.

Ülkemizde de bu sosyal sınıf ve gücün insanlar üzerinde ki etkilerini tarihsel olarak da canlı olarak da görebilmekteyiz. Verilen yetkileri üst sınırına kadar kullanmak isteyen ve sınırı aşan insanlarla ilgili bir çok haber ve benzeri yayın bulabiliriz. Örnekler saymakla bitmez, sonuç olarak güce tahammül edebilen bir insan bulmak zor. Yüzüklerin efendisinde yüzüğün verdiği güç ne krallar tüketmiş, Frodo’ya nasip olmuş o gücü yok etmek tabi Sam yoldaşı da unutmamak lazım    



Pygmalion Etkisi

(Kendi Kendini Gerçekleştiren Kehanet)

“İster yapabileceğini düşün, ister yapamayacağını düşün… Her halükarda haklısın.”  Henry Ford

Pygmalion isminin kaynağı, mitolojiye göre eski Kıbrıs prensi ve heykeltıraş olan Pygmalion ideal dişiyi temsil eden bir kadın heykeli yapmaya başlıyor. Bir süre sonra bu heykel o kadar güzel oluyor ki Pygmalion bu heykele aşık oluyor ve tanrılara yalvarmaya başlıyor heykele can verilmesi için. Heykele gerçek bir kadın gibi davranıyor. Tanrılar sesini duyuyor ve heykeli gerçek kadına dönüştürüyorlar. Pygmalion’un heykele davranış tarzı, sevgisi ve inancı heykeli kadına dönüştürüyor.

İnsanlara davranış tarzımız, onlardan beklentilerimiz onların performansına, başarısına etki ediyor mu? Bu soruya gerek okullarda gerek iş yerlerinde cevaplar aranmış ve sayısız çalışma yapılmıştır. Bu çalışmalar Pygmalion etkisinin gerçekten de var olduğunu ortaya koymuştur. Bu çalışmalardan bilinir olanlarından biri sosyal psikologlar Rosenthal ve Jacobson tarafından 1968’de gerçekleştiriliyor. Deneyde bir sınıfta IQ testi yapılıyor ve öğretmenlere ilk 10 öğrencinin ismi veriliyor. Ancak bu 10 kişi sıralamadaki 10 kişi değil rasgele seçilmişlerdir. Buna karşın artık bu on kişi öğretmenlerin gözünde zeki olanlardır. Yıl sonunda tekrar IQ testi yapılır ve bu on kişinin sonuçlarında belirgin bir şekilde ilerleme görülmüştür. Öğretmenler, gözlerinde zeki olan öğrencilere karşı tutumları, davranışları ve beklentileri olumlu yönde değişmiş ve bunu öğrencilere de yansıtmışlardır. Öğrencilere de özgüven gelmiş ve başarı sağlanmış.

Golem Etkisi: Pygmalion etkisinin tam tersi olarak geçer. Olumlu beklentiler olumlu davranışın sönmesine sebep olur, oluşmasını ve ilerlemesini durdurabilir.

İster iyi düşünelim ister kötü her türlü sonuç düşündüğümüz gibi olur. Golem ve Pygmalion etkilerinin temel mantığı budur. Bu kavramlardan haberi olamadan yüzyıllar boyunca insanlar bu kavramların tanımlarını hayatlarında görerek yaşamışlardır. “İçimde kötü bir his var bugün” deyip o gününün kötü geçeceğini düşünen insanın genelde o günü kötü geçmiştir veya tam tersi de geçerlidir. Her kültürde bu etkiler ile alakalı bir çok deyim, atasözü, hikaye vb. birçok anlatım vardır. Her bir anlatımın arkasında tarihsel tecrübeler vardır.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder